Ermeni diasporasını bekleyen yeni zorluklar

Salı, 07 Kasım 2017 02:55 tarihinde oluşturuldu
 
 
 

Ermeni diasporasından bakış


Ermeni diasporasını bekleyen yeni zorluklar

Taline Papazian

 

 
Taline Papazian

Southern California Üniversitesi Ermeni araştırmaları enstitüsü öğretim görevlisi

Bu makale, 17 Şubat 2017 tarihinde Erivan'da gerçekleştirilen "Ermeni-Türk diyaloğu için nasıl bir gelecek? Uluslararası ilişkiler ve bellek konuları arasında" konferansında sunulan bildirinin metninden oluşmaktadır. Konferans Ermenistan'daki Fransa Büyükelçiliği, Ermenistan Fransız Üniversitesi ve Fransız Kültür Merkezi Alembert Fonu işbirliği ile Yerkir Europe STK'sı tarafından düzenlendi.

2016-2017 senesi bizi Türkiye ve Ermenistan’da özellikle gergin bir gündemle baş başa bıraktı. Bu gerginliğin nedeni öncelikle siyasi idi, her iki vakada da askeri boyutları da mevcuttu ama birbirlerinden bağımsızdılar : Ermeni-Türk protokollerinin onaylanmasının başarısızlığa uğramasından sonra iki ülke artık karşılaşmadan paralel yollarda ilerliyorlar, oysa diyalog kurma yönünde siyasi bir irade belirse buluşabilecekleri hususların sayısı çok olabilirdi. Temmuz 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı başarısız darbe girişiminden sonra Türkiye gündemi uluslararası, Avrupa ve Fransız basınının ve siyasi çevrelerin daha fazla dikkatini çekiyor. Bu kesimler böyle yaparak geçen uzun yıllardan sonra artık AKP hükümetinin aykırı ve hatta sadece farklı seslere karşı keyfi tutuklamalar, akademisyenlerin ihracı, Türkiye’de liberal düşüncenin baskı altına alınması gibi bazen son derece şiddetli cezalandırma tedbirlerini görmezden gelemiyorlar. Bu hususlar bilinir hale geliyor ve Türkiye uzmanı olmadığımdan üzerilerinde daha fazla durmayacağım.

Riskli ancak Ermenistan’ın geleceği için üstesinden gelinmesi gereken zorluklarla dolu bir iç siyasetin homurtuları daha az biliniyor. Bu konuda birkaç şey söylemeden önce bir adım geriye giderek diaspora, Türkiye ve Ermenistan ilişkilerinin on beş senelik gelişimine bakmak iyi olacaktır. Bu ilişkinin diaspora (Fransa)-Ermenistan kutbuna odaklanarak, on yıldan fazladır Ermenistan’da yürüttüğüm araştırmalar ve Fransa’daki farklı topluluk çevreleri deneyimine dayanarak aşağıdaki satırlarda kaba hatlarıyla ve ampirik uslüpta bir tablo çizeceğim.

Gerekli bir basitleştirme ile üç farklı yapı gibi gösterilen Ermenistan, Türkiye ve diaspora esasında çok farklı hareket seviyeleri ve (sadece bir kaçını sayarsak devletsel, milli, ulus aşırı ve bireysel) aktörler çokluğunun bulunduğu bir takımyıldızı gibidir. Bu görünen karmaşada 2000’li yılların başından beri değişken bir geometri üçgeninde yeni aktörleri, sorunları ve dinamikleri öne çıkaran çok sayıda hareket gözlemlenebiliyordu.

Diaspora kutbunda en sabit siyasi ve sosyal meseleye (Ermeni soykırımına) dair yeni gelişmeleri inceleyerek başlayalım. İlk göze çarpan değişim birkaç sene öncesinde güncellenen ve o zamana kadar bazı yönleri gözden uzak tutulan soykırıma dair kolektif eylemlerdir. On beş sene öncesinde soykırım meselesi egemen siyasi yapılar tarafından resmi olarak tanınmayı esas alıyordu ve inkar tavrında ısrar eden Türk devleti artık birincil hedefi değildi. Soykırım meselesini ele alan kolektif eylemler artık meselenin hafıza yönü ve siyasi mücadelesine odaklanmıştı. 2000’li yılların ortasından itibaren bu mesele iki farklı yüzünü daha gösterdi : inkarcılığa karşı mücadele ve ayrı bir şekilde tazminatlar meselesi. Günümüzde üç boyutlu bu farklı yönlerin ortaya çıkışı geleneksel Ermeni topluluklarının yaşadığı (ya da yaşamadığı) bazı ülkelerde soykırım meselesini ulusal devlet siyasetine dahil hale getirdi, daha uzun ve zor bir süreç olarak ulusal ve uluslar arası hukukun konusuna dönüştürdü. Bu üç boyut arasında etkileşimler, hatta Ermeni-Türk protokollerinde gördüğümüz gibi, zıtlıklar meydana geldi.

İlkine eşlik eden ikinci değişim köklü kurumlardan farklı sesleri duyuran yeni toplum aktörlerinin ortaya çıkmış olması : Fransa’da siyasi mücadeleyi taşıyan bu köklü kurumlar CCAF ve Taşnak partisi. Elbette bunlar kendi ülkelerinin hükümetleri nezdinde birinci planda bir rol oynamaya devam ediyorlar. Ama soykırımla ilgili konularda artık bir tekele sahip değiller. Son yıllarda bu köklü kurumlara damgasını vuran ve eleştiriler ile bazı denemelere rağmen düzeltilemeyen temsiliyet eksikliği modern devletlerin de –özellikle demokrasinin pek az olduğu Ermenistan ve Türkiye gibi ülkelerin- muzdarip olduğu duruma pek çok açıdan benzeyen bir meşruiyet krizi doğuruyor. Bu temsiliyet eksikliği Fransa Ermeni toplumundan yeni aktörleri özellikle de soykırım meselesinin yeni açılımlarına dair kendilerine bir yer açmaya itti. “Diaspora sivil toplumu”,  yani büyük kurumlar dışında dernekler, bazen her türlü yapıdan bağımsız angaje bireyler ya da bu kurumların üyesi olup memnuniyetsizliklerinden ötürü bağımsız davranan kişiler ortaya çıktı. Küresel çapta gözlemlenebilen, internet ve sosyal ağlar sayesinde kolaylaşan bu olgu diaspora özelinde çelişkili bir niteliğe bürünüyor : çok kısıtlı sayıda temalarda aşırı derecede parçalanma. Bu yeni toplum aktörleri soykırım meselesinin açılımlarının şu ya da bu yönüne dair başka sesler ya da yaklaşımları var ediyor ve duyuruyorlar. Başka eylem ve iletişim stratejileri kullanıyorlar, Ermenistan ve Türkiye’den ortaklarla işbirlikleri geliştiriyor ve sivil toplumlar arasında ulus aşırı ilişkiler kurulmasına katkıda bulunuyorlar. Yapılanma itibariyle bu diaspora sivil toplumu henüz emekleme devrinde ve etkin olmak istiyorsa bu farklı aktörler arasında kalıcı yatay ilişkiler kurarak güçlenmeli ve uzun vadede köklü kurumları toplumun temsilinin koşullarını gözden geçirmeye itmeliler.

Fransa’daki inkarcılık sorunu bu hususun bir örneğini sunuyor. Türk devleti tarafından Fransız toplumuna doğrudan ve dolaylı olarak taşınan inkarcılık 2000’li yılların ortasından itibaren artan bir boyuta ulaştı. Bu soruna karşı kurulan kurumlar tarafından seçilen yol inkarcılığın cezalandırılmasına dair bir kanun tasarısıydı. Çeşitli sebepler yüzünden 2012’den beri bu tasarının farklı şekilleri her defasında yarı yolda kaldı. 2016’da toplum temsilcileri bu girişimin başarı şansına dair pek çok olumsuz sinyal almışlardı. Oysa inkarcılıkla mücadele etmek için bir ceza kanunundan daha başka seçenekler mevcut : ırkçılığa karşı kanunların hukuki olanaklarının kullanımı bunlardan sadece biri. Toplumun uzmanları ya da aktivistleri diaspora sivil toplumunun bir parçasını oluşturur ve başka seçeneklerin duyulması ve tartışılmasını sağlarken bu seçenekler “diaspora kamu politikaları” tarafından tamamen yok sayıldı.

Bu olumlu yenilikler kısmen Hrant Dink’in mirasından kaynaklanıyor : İstanbul’da öldürülmesinden 10 yıl sonra bu miras diasporanın siyasi bilince sahip kısımlarında Türkiye gündemine dair bir ilgi ve dikkatte gözlemlenebiliyor. Aynı şekilde inkarcı manevralara ya da devletin resmi söyleminin – bakınız tam da 24 Nisan 2015’te ihtişamla düzenlenen Çanakkale’nin yüzüncü yılı maskaralığı-  manipülasyonlarına karşı güvensizlik aşağıdan, Türkiye’nin Türk, Kürt, Ermeni sivil toplumundan gelen değişimlere ilgi ile dengeleniyor. Bu ilgi Nor Zartonk derneği ya da Garo Paylan’ın HDP içindeki siyasi angajmanı gibi Türkiyeli Ermenilerin muhalif seslerini de kapsıyor. Bir kısmının endişeleri ve korkuları diasporanınkilerle kesişen Türkiyeli entelektüelleri, sivil toplum üyelerini, insan hakları savunucularını dinleme isteği Ermeni derneklerinin ve bireylerin İstanbul’da 24 Nisan anmasına gitgide artan bir şekilde katılmalarında kendini gösteriyor. Diaspora açısından bu etkinliğe katılım öncelikle sivil toplumdan gelen aktörler seviyesinde oldu, daha sonra büyük kurumlar nezdinde yayıldı.

Şimdi kısaca ikinci kutba, Ermenistan’a odaklanalım. Aslında Ermenistan kelimesinin ardında en azında bir büyük kırılma çizgisi mevcut : devlet ve toplum arasında. Ermenistan devleti açısından soykırım meselesi en önemli kısmı Ermenistan ve Türkiye ilişkileri olan öncelikle bir dış politika sorunu. Bu aynı zamanda iç kullanımı da olan bir mesele. Kamuoyu için her zaman hassas olan bu konuyu hükümetler iktidarlarına meşruiyeti kazandırmak amacıyla kullanıyorlar. Dış politika alanında Ermenistan devleti ana karar verici olması gerektiği kanaatinde. İki devlet arasındaki ilişkileri normalleştirmek söz konusu olduğu sürece bu iddiasında haklı. Ancak mesele toplumlar ve/veya halklar arasında uzlaşmayı kapsadığı zaman Ermenistan vatandaşları kadar diaspora –ya da diasporanın çoğul ve farklı toplulukları- bu sürecin meşru müdahilleridirler. Bu farklılığa şaşırmamak gerek : vatandaşların çoğunun gözünde yönetimdekilerin meşru temsilciler olmadığı bir ülkede bu tavır farklılığı gerekiyor. 2009’da protokollerin imzalanmasının ertesinde Ermeni toplumunun ve diaspora toplumlarının tepkisi bu protokollerin sebepleri ve amaçları hakkında toplumların hazırlanma zayıflığını ortaya koydu. Ermenistan hükümeti diaspora ile ilişkilerini esasen sembolik hatta içi boş bir şekilde idare ediyor : öncelikle 2008’de kurulan Diaspora Bakanlığı aracılığıyla toplumu yönlendirmeye çalışıyor. İkinci olarak neredeyse sadece köklü kurumlardan (CCAF, UGAB gibi) ve ayrıcalıklı muhataplar seçiyor.

Tabii ki bütün mesele bu değişim noktalarının gelecek yıllarda kalıcı dönüşümler haline gelip gelmeyeceğidir. Siyasi ve jeopolitik zaman buna pek müsait gibi görünmüyor : Temmuz 2016’da AKP’ye karşı darbe girişimi Erdoğan’a kişisel iktidarını güçlendirme ve Türk başkanlık sistemini sağlamlaştırma imkanı verdi. Serj Sarkisyan’ın yönetimindeki Ermenistan hükümeti 2017 Nisan’ındaki genel seçimlerde göreceli bir çoğunluk elde etti ama ülkenin ekonomik ve sosyal durumunu düzeltmek konusunda başarısız olmasından dolayı iç politikada hayli zayıf bir konumda. Ancak Ermenistan, Türkiye ve diaspora sivil toplumlarının gelişimi yolunda gidiyor ve kısmen geri döndürülemez gibi görünüyor. Yerleşmiş güçlerin olumsuz gelişmelerine ve hükümetlerin sivil toplumların ilerlemesine eşlik etmeye hazırlıksız olmalarına karşın bu sivil toplumlar Ermenistan, Türkiye ve diaspora üçgeninin bir köşesinden diğerine daha iyimser bir gelecek sağlamak için köprüler kurmayı başaracaklardır.