Hrant Dink’in ölümü Türkiye’yi değiştirdi mi ?

Perşembe, 13 Haziran 2013 20:44 tarihinde oluşturuldu
 
 
 

 

 

Hrant Dink’in ölümü Türkiye’yi değiştirdi mi ?

Guillaume Perrier

 

 
Guillaume Perrier

Fransız Le Monde gazetesi Türkiye muhabiri

Hrant Dink’in Halaskargazi bulvarının geniş kaldırımında, tam Agos’un önünde, bir kış öğleden sonrasında öldürülmesinin üzerinden altı yıl geçti. Ermeni karşıtı nefret onu yere yıkalı tam altı yıl oldu. Agos’taki ağzına kadar kitap ve belge dolu bürosu tıpkı o günkü gibi hiç dokunulmadan kaldı. Girişe zırhlı bir çift kapı yerleştirildi. 90’lı yıllarda kurduğu küçük gazetesi Hrant’ın ölümümün ardından ayakta kaldı, hatta gelişti, içeriği zenginleşti ve görünürlüğü arttı. Abone sayısında patlama oldu, Türk Hava Yolları Agos’a havalimanındaki stantlarda yer alma hakkını bile verdi. Böyle bir tanımayı kimse hayal edemezdi.

Altı yılda, bu trajik 19 Ocak’tan beri Türkiye çok değişti. Ülkenin kendine güveni arttı, ekonomik olarak gelişti, gökdelenler, camiler ve alışveriş merkezleriyle donandı. Recep Tayyip Erdoğan iki seçimden daha zaferle çıktı, orduyu hizaya soktu… Ve 1915’ten beri Türkiye’nin korkulu rüyası Ermeni meselesi görünürlük kazandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelindeki tabunun bir ucu kaldırıldı, ortalık yazılı ve sözlü hikâyeler ile kültürel projelerden geçilmez oldu. Hrant Dink’in ölümü bir elektroşok oldu adeta, bir Ermeni’nin ölümünün yaratmasının beklenmediği bir duygu seline sebep oldu. Cenazesinde gazetecinin naaşına mezarlığa kadar eşlik eden kortejde yaklaşık 100 bin kişi yerini almıştı. Acıyla saf tutan bu yaslı kalabalık o günden sonra meşhur olacak ve üzerilerinde Türkçe, Kürtçe ve Ermenice “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” yazan küçük siyah yuvarlak pankartlar taşıyordu. Bu kendiliğinden gelişen tepki şaşırtıcıydı, aynı zamanda korku içindeki binlerce İstanbul Ermenisi için de teskin ediciydi. Hrant Dink’in arkadaşları ve Türk demokratlar için bir umuttu. 2007’de, “Ölümü en azından bir şeylerin değişmesini sağladı” deniyordu.

O dönemde İstanbul Ermenisi Ani ve Garabet Balıkçı çifti anma gösterilerine katılmaya cesaret edememişti. Doğrusu bu akıllarına bile gelmemişti. Türkiyeli bir Ermeni iseniz, Hrant Dink’in cesareti ve karizmasına sahip değilseniz eğer, çenenizi kapar ve pek ortalıkta görünmemeye çalışırsınız.  Nor Zartonk’da çalışanların aralarında olduğu bir kaç genç aktivist, insan hakları savunucuları, bir avuç entelektüel ve bir kaç karizmatik kişilik dışında Türkiye Ermenilerinin büyük çoğunluğu sessizlik ve yalnızlığın hâkim olduğu bir içine kapanıklık halinde yaşıyordu. Bu durumu Hrant Dink’in ölümü de değiştirmedi. Balıkçı çifti ne Agos’un önünde her 19 Ocak’ta yapılan gösterilere, ne de ilki İnsan Hakları Derneği ve birkaç entelektüel tarafından Taksim meydanında 2010’da düzenlenen 24 Nisan anmalarına katılmıştı. Oysa Agos’un kurucusunun öldürülmesi onları derinden etkilemişti. Türkiyeli Ermenilerin sözcüsünü ortadan kaldırarak katiller soykırım öncesinde bu topraklarda yaşayan iki milyon Ermeni’den hayatta kalanlara gizliden bir tehdit savuruyorlardı. 2012’den beri Ani ve Garabet bütün eylemlere katılıyorlar. Ailenin artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmadı.

Balıkçı ailesi için Hrant Dink’in ölümünden beri değişen şey oğullarını kaybetmeleri oldu. Sevag 20 yaşındaydı, Batman’ın ücra bir köşesinde bir kışlada zorunlu askerliğini yapıyordu. 24 Nisan 2011’de, Paskalya ve Ermeni soykırımının başlangıç yıldönümünde, askerlik arkadaşı -aşırı sağcı BBP’yle bağlantılı bir militan olduğu anlaşılan- Kıvanç Ağaoğlu tarafından vurularak öldürüldü. Genç adamın Şişli’deki mezarının başında ailenin bir yakını “Türkiye’de 24 Nisan günü bir Ermeni’nin öldürülmesinin ne anlama geldiğini herkes çok iyi bilir” diye isyan ediyordu. Sevag geçmişin korkunç olayları tanınmadıkça ve hazmedilmedikçe devam edecek olan Ermeni soykırımının son kurbanlarından biri. Altı yıl sonra, Ermenilere olan nefret hala can almaya devam ediyor. “Hrant Dink’le 1.500.000 +1 olmuştu. Oğlumla birlikte 1.500.000 +2  oldu » diye özetliyor bu durumu Sevag’ın yaslı annesi Ani.

Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi yetkililer olayın boyutlarını küçümsemeye çalıştılar. Tanıklara ve yargıya baskılar yapıldı. İki dava üzerinde çalışan avukat Cem Halavurt “İki olayın arasında pek çok benzerlik var” diye düşünüyor. Milliyetçilik ve Ermeni karşıtı ırkçılıkla büyütülmüş iki Türk genci olan Ogün Samast ve Kıvanç Ağaoğlu arasında çok fazla benzerlik var. Ogün Samast neredeyse tek başına hareket eden bir tetikçi olarak mahkûm edildi. Avukat Fethiye Çetin’in suç duyurusunda bulunduğu yüksek mevkili devlet memurları ifade vermeye bile çağrılmadılar. Bazı polis ve istihbarat yetkilileri terfi ettiler. Vali Muammer Güler İçişleri Bakanı oldu. Sevag’ın davasında tetikçiyi yargılamakla askeri mahkeme görevlendirildi. Kıvanç Ağaoğlu mağdurun ailesinin gözlerinin önünde tutuksuz yargılanıyor. Savcı iki ila altı yıl arasında değişen hapis cezası talebinde bulundu. 100 yıllık bir tarihe dayanan muhtemel bir ırkçı cinayet için çok hafif bir ceza bu. Daha da şaşırtıcı olan, Avrupa Birliği’nin demokratik kriterlerini yerine getirmek için kurulan ombudsmanlık kurumuna hükümetin eski bir Yargıtay hâkimini, Mehmet Nihat Ömeroğlu’nu ataması oldu. Bu hâkim Hrant Dink’i 301. Maddeden Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle mahkûm edenlerden biriydi. Cinayeti azmettirmelerinden şüphelenilen devletle bağlantılı şebekelerin hala hayatta olduğunun ve yetkililer tarafından korunduğunun bir göstergesiydi bu durum. Hrant Dink’i hedef alan ideolojinin hiç güçten düşmediğini kanıtlıyordu.

Samatya’da kış aylarında yaşlı kadınları hedef alan saldırılar Türkiyeli Ermenilerde hala canlı olan korkuyu daha da kuvvetlendirdi. 80 yaşındaki bir kadın boğazlanmış olarak bulundu, bir diğeri saldırıda gözünü kaybetti. Yetkililer hemen ırkçı saldırı tezini reddederek olayın bir hırsızlık suçu olduğunu açıkladılar. Olaylardan 3 ay sonra polis bir şüpheliyi, 38 yaşında bir Ermeniyi tutukladı. Görünürde bu sonuç rahatlatıcıydı. Ama olay tam olarak aydınlatılamadı ve bu tutuklama korkuları yatıştırmaktan çok uzak kaldı.

Hrant Dink Cinayeti vicdanları uyandırdı. Ama aynı zamanda eski milliyetçi şeytanları da tekrar canlandırdı. 24 Nisan 2010 tarihinde yüzlerce Türk Taksim meydanında “Bu acıyı paylaşıyoruz” mesajını taşıyan çok temkinli bir pankartın ardında için toplanmış iken İşçi Partisi ve BBP’ye bağlı Alperen Ocakları'na mensup bir grup militan meydanın öteki tarafında nefretlerini kusuyorlardı. İki grubu ayırmak için barışçı göstericileri metalden bariyerlerle çevirmişlerdi, oysa aşırı sağcı militanlar hareket etmekte serbesttiler. Bu milliyetçi grupçukların seçimlerde çok az oy oranına sahip oldukları söylenebilir. Ama bu tartışmada esas Türkiyeli demokratlar ve aydınların ağırlığı ne kadardır ? 2008’de bir kaç Türk aydın tarafından başlatılan “Özür diliyorum” kampanyasında toplanan 30 bin imza dikkate değer bir sivil sıçrama yarattıysa da, Azerbaycan tarafından Hocalı “soykırımı”nın tanınması için iki hamlede toplanan 120 bin imzaya ne demeli ? Agos’un ve Orhan Kemal Cengiz ya da Ali Bayramoğlu gibi aydın köşe yazarlarının görünürlüğünün artması gerçek bir ilerlemeye işaret etse de, hiçbir kısıtlamayla karşılaşmadan bazı gazeteler tarafından sayfalar boyunca yer verilen ve kimi iktidar partisi vekilleri tarafından dillendirilen ırkçı ve Ermeni karşıtı sözler hakkında ne düşünmeli ? Hrant Dink’in 2007’deki cenazesine katılan 100 bin kişi bir insan selini ifade ediyorsa 2012 Şubat ayında Hocalı katliamının 20. yıldönümünde İstanbul’un merkezinde toplanan 200 bin kişiyi nasıl tanımlamalı ? “Hepimiz Hocalı’yız”, “Hepiniz Ermeni, hepiniz piçsiniz” diye bağırıyorlardı. İstanbul Belediyesi’nin büyük reklam desteğiyle duyurulan bu nefret kusma gösterisine vali ve İçişleri Bakanı adeta kefil oldular. Sloganlar Hrant Dink’in arkadaşlarının hazırladığı pankartlardaki gibi küçük yuvarlak dövizlere yazılmıştı. İnkârcı aşağılamanın karakteristik özelliklerinden biri olarak roller tersine çevrimişti.

Kısmen Azeri petro-dolarlarının finanse ettiği bu Ermeni karşıtı gösteri siyaset bilimci Cengiz Aktar’ın “Türkiye’nin dış politikasını Azerbaycan’a ihale etmesi” diye adlandırdığı süreci taçlandırdı. Petrol ve gazdan elde ettiği rantın sağladıklarıyla Aliyev rejimi Ermeni karşıtı propagandasını bütün Avrupa ülkelerine yayabildi ve Türk dış politikasına ağırlığını koyabildi. Bakü enerji alanında şantaj yaparak futbol diplomasisini çökertmeyi başardı. Türkiye ve Ermenistan arasında imzalanan protokollerin devamının gelmemesinin ardından ilişkilerin normalleşmesi umudu da suya düştü. Soykırımın yüzüncü yıldönümüne, 2015’e doğru yaklaşırken tarafların pozisyonları adeta “dondurulmuş” bir durumda. Hrant Dink’in ölümünü izleyen aylar ve senelerdeki sivil uyanıştan doğan zayıf umut ışığı bugün epey sönük görünüyor.