Orta Doğu Ermenileri ve Türkiye

Cuma, 14 Şubat 2014 14:55 tarihinde oluşturuldu
 
 
 

Ermeni diasporasından bakış

 

Orta Doğu Ermenileri ve Türkiye

Vahakn Keşişyan

 

 
Vahakn Keşişyan

Lübnanlı Ermeni gazeteci, Agos gazetesinde köşe yazarı.

Türkiye’nin AB üyeliği meselesi sadece Avrupalıları, Türkleri ve Ortadoğu toplumlarını ilgilendirmiyor, bu konu aynı zamanda Ermenileri, özellikle de Ortadoğu Ermenilerini de ilgilendiriyor. Ermeniler, Türkiye’nin AB üyeliğinin Ermeni davasının yararına ya da zararına olması konusunda ikiye ayrılsalar da bu konuya dair tüm gelişmeleri yakından takip ediyorlar. Türkiye dış politikasında ülkenin imajına büyük önem atfettiği için şu soru ön plana çıkıyor : Türkiye'nin Ermenilere yönelik siyaseti sadece dışarıya yönelik imaj oluşturma çabalarının bir parçası mıdır, yoksa Ermenilerle kalıcı bir barışı kurmak yönünde samimi bir niyetin ifadesi midir ?


Orta Doğu’da Türkiye’nin imajı

Önemli bir bölgesel güç olarak Türkiye Ortadoğu’nun hemen hemen tüm siyasi süreçlerinde etki sahibidir. Suriye örneğini bir kenara bırakırsak, Ortadoğu'da Türkiye'nin sahip olduğu konumun büyük ölçüde yumuşak güç siyasetine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu güç ekonomik ve turistik faktörleri,  özellikle de popüler ve siyasi kültürü aracılığıyla parlattığı imajı sayesinde artan kültürel cazibesini içeriyor. Bir taraftan ekonomik başarı örneği sergilemesi, diğer taraftan ise islam-demokrasinin orijinal sentezi olma hali Türkiye’yi Ortadoğu’da çekici bir ülke haline getiriyor. Esasında tüm bu faktörler Türkiye’nin ‘batılı' kimliğine bağlanıyor.

Türkiye neredeyse on yıl içerisinde Osmanlı İmparatorluğu'nun kanlı tarihine dair imajını parlak bir gelecek vaadi veren bir ülke imajına dönüştürmesini başarmış. Bu değişim siyasi ve ekonomik istikrarının ve uluslararası arenada aktif olmanın sonucu olsa da Avrupa Birliği'ne giriş sürecinden de besleniyor. Türkiye’nin böyle bir yola girdiğini görmek Ortadoğu halklarında kıskançlık ve imrenme hisleri yaratıyor, ona yetişebilecekleri hayali içinde olmalarını sağlıyor. Bilhassa Türkiye’nin bu sonuca geçmiş laik hükümet dönemlerinde değil, islami köklerini saklamayan mevcut hükümetin döneminde ulaşması diğer müslüman halklara daha çok şey vaad ediyor. Türkiye, İslam ve modernitenin birbirlerine karşıt olmadıklarının bir örneğini oluşturuyor.

Buna tabii ki bölge halklarının, özellikle de Filistin mücadelesinin bayrağını taşıma hedefini güden, İran’a karşı Batı ülkelerin baskılarına boyun eğmeyen ve Suriye ile  başka ülkelerde hakların tarafını tutan politikaları da eklememiz gerekiyor. Ancak Avrupa'yla bu ölçüde bağları olmasaydı elbette Türkiye'ye kimse bu kadar önem atfetmeyecekti. Başka bir deyişle Ortadoğu’da İsrail karşıtı bir tavır sergilemek ya da Batı'ya küfretmek sıradan şeylerdir, Türkiye'nin durumunda farklı olan bu tavrı Batı'nın bir parçası olarak sürdürmesidir. Türkiye'nin Avrupa ile bağlarını koparıp Doğu’ya yönelemeyecek olmasının sebebi tam da budur, bu bağları olmadan Doğu'nun onu kabul etmeyecek olmasıdır.

Böylece Türkiye kendini bir çelişkinin içinde buluyor. Bir yandan müzakerelerdeki duraklamayla AB tarafından reddedilmekte, diğer yandan tüm Ortadoğu politikası AB üyeliği sürecine dayanmaktadır.


Türkiye’nin Ortadoğu’da varlığı ve Ermeniler

Çağdaşlığa adım atan Türkiye 2004 yılından itibaren -her iki ülkede benzersiz bir ekonomik canlılığa yol açan- Suriye'yle bir serbest ticaret anlaşmasını imzalayarak Ortadoğu’da varlık gösterme politikasına yönelmiştir. Oysa iki ülke arasındaki işbirliği ve ilişkilerin durumu 90'lı yıllarda çok farklıydı. 1989-1999 arasında Türkiye ve Suriye kıyasıya bir rekabet içindeydi, bu durum Suriyeli Ermenilerin Türkiye karşıtı mücadelelerinin devamı için bereketli bir zemin oluşturuyordu. Der Zor’da soykırım kurbanlarına ithaf edilen anıtlar bu dönemde yapılmıştı. Ancak iki tarafın 1999 yılında bir anlaşmaya varması ve 2000'li yılların başlarında ilişkilerin iyileşmesi Ermeni toplumunu zor bir durumda bıraktı.

Bu durum Türkiye-Suriye-Lübnan ve Ürdün sınırları arasında serbest dolaşım anlaşmasının imzalanmasıyla daha da karmaşık hale geldi ve Ermeniler neredeyse iki karşıt kampa bölündü. Ermenilerin bir bölümü bu gelişmelerin seyahat etmek, Türkiye’yi keşfetmek ve ticaret yapmak açısından büyük bir fırsat olduğunu düşünüyordu. Diğer kısım ise bu durumun Türkiye'nin kendini yeniden "kabul edilebilir" kılmasının bir yolu, kendi ilkelerine bir meydan okuma ve Ermeni davasına bir saldırı olarak görüyordu. Taraflar birbirlerini suçlar, çok sayıda makaleler yazılır, karşılaşılan Türklere nasıl davranılması gerektiği üzerine tartışmalar yapılır ve Türkiye’ye gidip gitmeme konusunda kavgalar edilirken bir normalleştirme süreci gelişmekteydi. Yıllar sonra Türkler ve Ermeniler'in birbirlerini Halep, Şam, Beyrut ve İstanbul sokaklarında yeniden keşfetmelerine tanık olduk.

Ermenilerin Türklere ve Türkiye'ye dair tahayyülü artık daha ılımlı olsa bile yine de Türkiye-Avrupa ilişkilerine bağlı kalıyordu. Türkiye 90’ların veya eski tarihlerin milliyetçi Türkiyesi kalsaydı bu yakınlaşma mümkün olmazdı. Ermeniler Türk toplumunda Avrupa'yla bütünleşme sürecinin yarattığı farkındalığı iyi algılamışlardı, bu sayede Türkler herkes -ve özellikle de Türklerin imajının en negatif olduğu Ermeniler için- daha kabul edilebilir bir figür haline gelmişti.

Türkiye'den gelen her türlü girişimi reddetmeye dayanan ve Türkiye’den resmi ziyaretlere, ekonomik zirvelere, hatta sinema festivallerine karşı gösterilen tepkiler olumsuz olmaya devam etse de Ermeniler Türklerin varlığına alışmaya başlamışlardı. Ama bu aşinalık yine Türklerin değişme, demokratikleşme, başka bir deyişle Avrupalılaşma kapasitesine bağlıydı. Ermeniler de Araplar gibi Türkiye’nin Avrupa’ya yakın olma faktörünü göz önünde bulundurarak Türkiye’yi kabul ettiler veya kabul etmeye başladılar. Türkiye’nin bir gün Avrupa'nın bir parçası olacağını ve bu durumda da Ermeni meselesinin daha kolay çözülebileceğini ümit ettiller.

Ancak Hrant Dink cinayeti başta olmak üzere bazı olaylar sebebiyle toplumun geniş çevrelerinde Türkiye ile uzaktan ya da yakından bir bağ kurulması kabul edilemez bir durum olarak kaldı. Hrant Dink cinayeti Ermenilerin “Türk ne kadar Avrupalılaşırsa Avrupalılaşsın, Türk olarak kalacaktır” düşüncesini kuvvetlendirdi. Olumlu gelişmelerin ardından her defasında olumsuz olayların meydana gelmesi sebebiyle Türkiye’nin Avrupa ve Ermenilerle ilişkileri gelgitli olarak kaldı. Bilhassa, Türkiye tarafından ambargoya önkoşulsuz son verilmesi veya soykırımın tanınması gibi önemli adımların atılmaması Ortadoğulu Ermenilerde Türklerin değişebileceği hususunda umutsuzluğun hakim olmasına yol açıyor.


Avrupa Birliği üyesi Türkiye ve Ermeniler

Yukarıda bahsettiğimiz bu iki örnek Ermeni taleplerinin odak noktasını oluşturuyor. Ancak günlük yaşamın Ermenileri etkilemediğini söyleyemeyiz. Ermenistan’a seyahat etme imkanı, Türkiye'yle  ticaret yapma ve hatta Türkiye’de yerleşme perspektifleri ve Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik süreci  bölge Ermenileri için hayati bir önem kazanıyor.   Böylece bir Halep Ermenisi kendini Avrupa Birliği sınırlarına yakın hissedebildiği gibi bir Beyrut Ermenisi de bu sınırdan pek uzak olmadığını düşünüyor. Türkiye’nin AB üyeliği gibi bir devrimin gerçekleşmesi halinde sadece insanlar değil, kurumlar ve organizasyonlar da Türkiye ile olan ilişkilerini gözden geçirecektir. Bu durumda Türkiye çok daha demokratikleşecek ve içeride olduğu kadar dışarıdaki Ermenileri de başka bir gözle görecektir. İstanbul Ermenilerinin Türkiye'nin AB üyeliğine bakışı da bu yöndedir.

Elbette Ermeniler yine de bu sürece şüpheyle yaklaşıyorlar. Türkiye tarafından atılan her adım -Ahtamar Surp Haç veya Diyarbakır Surp Giragos kiliselerinin restore edilmesi gibi örnekler dahi- Ermeniler tarafından ‘Avrupa’nın gözünü boyama"nın ve Avrupalıları Türkiye'nin bu konuya adilce yaklaştığına, azınlıklarını koruduğuna ve Diaspora Ermenilere de açık bir tavır içinde olduğuna inandırarak kandırmanın bir yolu olarak görülüyor.


Türk olgusu ve Avrupa olgusu

Ortadoğu Ermenileri'nin "Türk olgusu"yla farklı bir ilişkileri olduğu aşikar. Türk olgusu Türkiye ve Türklerden ayrı tutulan bir kavram olduğu için Ortadoğulu Ermeniler Türk filmlerini seyretmeye, Türk televizyon kanallarını izlemeye, günlük hayatta Türkçe'yi kullanmaya ve Türk ürünlerini tüketmeye devam ediyorlar. Bu alışkanlıklara dair yıllardan beri yapılan karşı propaganda bir sonuç vermedi. Ancak Türkiye zihinlerde hala "düşmanı" canlandırmaya devam ediyor, ve Ermeniler devrimci şarkılar söyleyip soykırımın tarihini okumaya devam ediyorlar. Ve bir Türk'le karşılaştıklarında bu konuya değinerek onun da kendi tutumunu belirtmesini bekliyorlar. Ancak Türkiye'nin son dönemlerde Halep Ermeni toplumu için oynadığı  rol onların gözünde "Türkiye'nin Avrupalı mı Asyalı mı olduğu" sorusunu ikincil bir sıraya itiyor.

Diğer taraftan Avrupalı olmak daha yüksek bir kalitenin göstergesi, Avrupa'yla ilişkide olmak bir refah işareti ve Avrupa'ya seyahat etmek imrenilen bir unsur olarak kalmaya devam ediyor. Avrupa Ermeni davasının savunucusu, her bir Avrupa ülkesi ise soykırımın uluslararası alanda tanınmasının başlatıcıları olarak olarak görülüyor.

Sonuç olarak şunu da belirtmek gerek : Ortadoğulu Ermeniler için düşmanlarının iyi bir durumda olması ve Avrupa’nın bir parçası olması ihtimalini hazmetmek zor. Uluslararası politikayı gerçekçi bir bakış açısı ile değerlendiriyorlar. Avrupa Birliği'ne üye olarak Türkiye daha az korkutucu ve daha insani bir özelliğe bürünecek ve Avrupa imajına uyum sağlayabilecekse, bu durumda Ortadoğu Ermenileri için de daha kabul edilebilir bir konuma gelecektir.