Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Türkiye'den bakış
Türkiye kendi ayağına kurşun sıkıyorCengiz Aktar |
Cengiz AktarSiyaset Bilimi profesörü, Hrant Dink Vakfı yönetim kurulu üyesi ve Taraf gazetesinde köşe yazarı. |
Siyaset bilimci Cengiz Aktar’a göre Türkiye’de tabuları sorgulamayı sağlayan Avrupa perspektifi çok kırılgan bir dönemden geçiyor. Hükümetin gerginlik üzerine kurulu politikası AB ile ilişkilerin kopmasına yol açabilir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik müzakereleri şu an hangi aşamada ?
2002-2005 yılları arasında ilişkiler açısından çok verimli bir dönem yaşandı. Bu tarihten sonra müzakerelerde duraklamaya girildi. Bu durum hem Avrupa hem de Türk tarafından kaynaklanan bir irade eksikliğinin sonucuydu. Avrupa tarafında sürece Sarkozy damgasını vurdu. Türk tarafında ise hükümet tam anlamıyla AB’ye ilgisini kaybetti. Bunun çeşitli sebepleri var elbette, ama aşırı özgüven yükselişini açıklamıyorlar. 2006-2007’den itibaren hükümet “Avrupa Birliği’ne ihtiyacımız yok. Her şeyi kendimiz yapabiliriz” demeye başladı. Ardından Avrupa’da ekonomik kriz baş gösterdi. Hükümetin düşüncesi adeta teyit edilmiş oldu. Bu gelişmelerden sonra Avrupa da artık pek istekli değildi. Başka önemli bir etken Kıbrıs oldu. 18 müzakere başlığı bloke edilmiş durumda. Bunlardan 14’ü Kıbrıs sorunu sebebiyle, 4’i Fransa tarafından - ki bunlardan tarım politikalarına dair olanı iki tarafın isteğiyle- donduruldu.
Yaklaşık 1,5 sene önce bazı politikacılar ve Avrupa Komisyonu bu duraklamaya tepki göstermeye başladılar. “Türkiye’yi kaybetme lüksümüz yok. Türkiye’nin belki bize ihtiyacı var, ama bizim de Türkiye’ye ihtiyacımız var” dediler. Bütün bunlar Türkiye’nin adaylığının tekrar değerlendirilmesini sağladı. Türkiye’nin bir gün AB üyesi olması gerektiğine dair Avrupa’nın yeniden görüş bildirmesine sebep oldu. “Pozitif bir yol haritası” Komisyon tarafından hazırlandı ve Konsey tarafından yürürlüğe kondu. Vize konusunda önemli gelişmeler yaşandı. Bu olumlu hava üç yıldan sonra ilk defa yeni bir müzakere başlığının açılmasını sağlamak üzereydi. Açılması düşünülen bölgesel politikalara dair önemli bir başlıktı. Ama büyük ihtimalle başlığın açılması ertelenecek. (Söyleşiden sonra 25 Haziran 2013’te düzenlenen Avrupa Birliği Genel İşler Konseyi toplantısında başlığın “prensip olarak” açılmasına, ancak resmi açılış tarihinin belirlenmesinin sonbahara bırakılmasına karar verildi).
Neden ?
Türkiye’nin imajına ve oluşturulan olumlu havaya çok zarar veren hali hazırdaki siyasi kriz yüzünden. Bu kriz her şeyi alt üst etti. Durumu tersine çevirdi ve bundan sonra ne olur, bilmiyoruz.
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’deki gösterilerde polisin şiddete başvurmasını kınaması üzerine Başbakan Erdoğan bu kararı tanımadığını söyledi. Bunu nasıl yorumlamalı ?
Bu tür açıklamalar yeni değil. AKP hükümeti iktidarın bütün hastalıklarından muzdarip. Tıpkı De Gaulle ya da Thatcher gibi, Erdoğan uzun süreli bir iktidarın bütün sendromlarını gösteriyor. Avrupa’ya dair bu derece talihsiz sözleri AKP’den ilk defa duymuyoruz. Daha önce de Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Avrupa Birliği İlerleme raporunu “çöpe atacağını” açıklamıştı. Tabii kriz dönemlerinde böyle söylemler işleri hiç kolaylaştırmıyor.
Türkiye sanki bir ara AB hedefinden tamamen vazgeçmiş ve Ortadoğu liderliğine gözünü çevirmiş gibi görünüyordu.
Tam olarak değil. Müzakere başlıklarının dondurulduğu durgunluk döneminde bile hükümet hiçbir zaman Avrupa’yla köprüleri tamamen atmadı. Sanki atmış gibi yaptı, ama bu söylemde böyleydi, hiçbir zaman “Tamam, bu iş bitti” demedi. Oysa bugün çok tehlikeli bir söyleme sarılıyor, bu da ilişkileri yavaş yavaş kopma noktasına getirebilir. Türkiye için felaket olur bu.
Sizin öngörünüz bu yönde mi ?
Başbakan geleceği tehlikeye atıyor. Açıkça çatışma ve düşmanlık üzerine oynuyor. Kürtlere, entelektüellere, Alevilere ve herkese karşı aşırı milliyetçi bir söylem içinde. Bunun çok trajik etkileri olabilir. AB ile ilişkilerin senelerce durmasına yol açabilir.
Şu an Avrupa hükümetin öncelikleri arasındaymış gibi görünmüyor.
Hükümet hiç umursamıyor gibi davranıyor.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik perspektifinin Türk-Ermeni meselesine nasıl etkileri oldu ? Bu perspektif hala bazı konularda ilerleme sağlayabilir mi ?
2002-2005 yılları arasında AB’ye uyum çerçevesinde yapılan reformların Türk-Ermeni meselesi ve Ermeni soykırımının toplumda konuşulmasında inanılmaz etkileri oldu. Türkiye toplumuna devasa perspektifler getirdi. Bu dolaylı etki hala devam ediyor. Ama AB ile olumsuz gelişmeler yaşanırsa hükümetin bir zamanlar sergilediği tavrı devam ettireceğini sanmıyorum. Soykırımın tanınmasına karşı çıktığı halde hükümet bu konuda toplantıların yapılmasına karışmadı. Soykırım kelimesi bir tabu olmaktan çıktı. AB’ye üyelik perspektifi siyasetin alanını kelimenin en soylu anlamında genişletti. Demokratik tartışmaların yerleşmesini sağladı. Buna paha biçilemez. Bu rüzgar sayesinde Türkiye tüm tabularını kamusal alanda sorgulamaya başladı. Özellikle gençler 100 yıl önce ve daha eski tarihlerde yaşananları öğrenmek için inanılmaz bir istek içindeler. Bu perspektif bu yüzden hem heyecan verici, hem de çok geliştirici oldu.
Bugün gençlerin hükümetin otoriterleşen tavrına yönelik tepkilerinin sebebi de gördükleri bu ortam değil mi ? Özgürlüklerin tadına vardılar bir kere…
Kesinlikle öyle. Tezat şu ki, siyaset alanını açan bu hükümet oldu. Aynı alanı şimdi kapatmaya çalışıyor, olmuyor tabii.
Benzer bir rüzgar Ermenistan’la ilişkilerde de esti mi ?
Türkiye’deki Avrupa dinamiği 2009 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün girişimiyle Ermenistan’la ilişkileri de etkilemeye başlamıştı. Ama bu etki Azeri kartına oynayan Başbakan’ın sahneye çıkmasıyla çok çabuk sona erdi. O günden beri Azeri kartı her şeyin önüne geçti. Türkiye’nin Ermenistan politikası bugün dolaylı olarak Azerbaycan ve Türkiye’nin enerji çıkarlarına endekslenmiş durumda. Azeriler Ermenistan politikasında olduğu gibi “Ermeni meselesi” yani soykırım konusunda da etkinler. Soykırımın inkârı konusunda kraldan daha çok kralcılar. Petrol gelirlerini sonuna kadar bu amaçla kullanıyorlar. Hükümetin onlara “Bu konuya karışmayın” diyebileceğini sanmıyorum.
Tam tersine, hükümetin onları bu meseleye daha fazla dahil olmaları için cesaretlendirdiğini görüyoruz. 2015’e yaklaşırken Azerilerin bu konuda daha görünür olacaklarını söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle.
Türkiye’nin enerji konusunda Azerbaycan’a bağımlılığının Irak Kürdistan’ında bulunan doğal gaz kaynaklarıyla sona erme ihtimalinden bahsediliyor. Bunun nasıl etkileri olabilir ?
Bu çok ciddi bir alternatif. Enerji kaynağı temini konusunda Türkiye gitgide daha fazla Irak Kürdistan’ıyla ilgileniyor. Hükümet için büyük sınav şudur : Ermeni soykırımı konusunda Azerilerin zehirli dostluğundan vazgeçebilecek midir ? Başbakan’ın mevcut ruh halini göz önüne alırsak, sanmıyorum.
Avrupa Birliği’ne üyelik perspektifinin bu konuda bir etkisi olur mu ?
Hayır. Tabii istenen tablo Türkiye’nin üyeliği ile üç Kafkas ülkesinin de bir bakıma Avrupa’nın kanatlarının altına girmesidir. Maalesef bundan çok uzağız.
Türkiye’deki eylemlere geri dönersek, hükümet Avrupa Parlamentosu’nu “tanımadığını” söylese de Avrupa’dan gelen tepkiler -referandumu dile getirmesi gibi- bazı geri adımlar atmasını sağlamış olabilir mi ?
Sanmıyorum. Tam tersine, hükümet Avrupa’dan gelen tepkileri duydukça sertleşti. Savunmaya geçti, yangına körükle gitti. Tabii o kadar sert bir söyleme başvurunca geri adım atmak kolay olmuyor. Türkiye taramalı tüfekle kendi ayağına kurşun sıkıyor şu anda.
Önümüzdeki dönemde nasıl gelişmeler bekliyorsunuz ?
İyimser olabileceğimiz pek bir şey yok. Bir dizi seçim var Türkiye’nin önünde. Başbakan şimdiden seçim kampanyasına başladı. İlk seçimler mart ayında, önümüzde daha yedi ay var. İnanılmaz gergin bir havada, nüfusun yarısına terörist muamelesi yapan çok sert bir söylemle seçimlere gidiyoruz. Hiç hayra alamet değil.