Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Türkiye'den' bakış
Türkiye-Azerbaycan, “küçük kardeş” neredeyse sorun çıkartana dönüşünce Can Muşlu |
Can Muşlu
|
Can Muşlu, “Tek Millet, İki Devlet” sloganının klişesinden çıkarak Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin yeni döneminin analizini yaparken somut olarak ulaşım altyapıları, enerji politikaları, ticari ilişkiler ve fikir ve insan dolaşımı üzerinden ekonomik bütünleşmenin etkilerini ele alıyor.
31 Ekim 2017 tarihli Star (Milli iradenin sesi) gazetesinin ilk sayfasında, “Doğu’dan Batı’ya Medeniyet Köprüsü” manşetinin altında, “demir ipek yolu” olarak adlandırılan Kars-Tiflis-Bakü tren yolunun Bakü’deki açılış töreni vesilesi ile Türk ve Azeri cumhurbaşkanları , R.T. Erdoğan ve H. Aliyev’in üç farklı fotoğrafını görmek mümkündü. Diğer üç cumhurbaşkanı da - Gürcistan-Özbekistan ve Kazakistan- orada olsalar da, ikinci plan oyuncuları olarak, pek de görünür değillerdi. Büyük bir törenle gerçekleştirilen bu açılış, Türk cumhurbaşkanı için birkaç yıldır ilgi duyduğu medeniyet retoriğini – cumhurbaşkanı için artık yükselen medeniyetin batıya ders verecek konumda olan doğuda olduğunu belirterek- yeniden canlandırması için bir vesile oldu. Bu açılış Türk-Azerbaycan birliğinin geçerliliğini bir kez daha göstermiş oldu. 2010 yıllarının başından bu yana, o zamana kadar ara sıra şüpheci düşüncelerin de etkisi ile pek de tenezzül edilmeyen Güney Kafkasların küçük kardeşi ile Anadolu’nun abisi arasındaki ilişkiler birincisinin çıkarına olacak şekilde yeniden tanımlandı. Bu makalenin başında atıfta bulunulan gazetenin de aralarında bulunduğu Türk basın grubu Star’ın Azerbaycan devlet petrol şirketi tarafından satın alındığı 2013 yılı, iki ülke arasındaki ilişkilerin artışının bariz bir şekilde belli olduğuna yönelik referans yıl olarak kabul edilebilir. Aynı yıl, Türk ekonomi dergisi (AKP hükümetine yakın) Ekovitrin Erdoğan ve Aliyev’i “On yılın en başarılı devlet adamları” ödülüne layık gördü. 2000’li yılların sonunda başlayan Türkiye ile Ermenistan yakınlaşma politikasının başarısızlığı bu gerçek kargaşada aranmalı. Gerçekten de, Türkiye’nin lehine olan demografik (10 milyona karşı 80 milyon) ve yüzölçümü farklılığına rağmen, Azerbaycan’ın Türkiye’de giderek artan çok biçimli etkisi daha fazla dikkat çekmesi gereken bir olguya dönüştü. Burada üç boyut öngörülebilir: arka perde olarak enerji bağımlılığı, doğrudan Azeri yatırımlarının hızlanması ve Türkiye’de Azeri yumuşak gücünün dikkat çekici yayılımı; tüm bunlar çok dar bir kronoloji içerisinde gerçekleşiyor (10 yıldan az bir sürede).
Enerji boyutu
Bu boyut iki alt dosyaya ayrılıyor: hidrokarbür ithalat/ihracatının büyümesi ve Türk “enerji koridoru”nu sağlamlaştırmak üzere altyapıların ortak gelişimi. Hidrokarbon ticaretinin iki ülke arasında heyecan verici artışı, Türkiye’nin, -Türk politikalarının öncelikli ulusal ufku olan- enerji bağımsızlığı temin edilmedikçe, tedarikini çeşitlendirme ve güven altına almaya mecbur olduğu enerji bağımlılığı. Türkiye’nin elektrik üretimi ve şehir ısıtması yoğun olarak, özellikle de komşu Güney-Kafkasya’dan ithal edilen petrol ve gaza bağımlı. 2017 yılında Azerbaycan Türkiye’nin ithal ettiği gazın sadece yüzde 10’unu temin ediyorsa da bu yüzde son yıllarda önemli oranda arttı ve enerji faturasının da yükü dikkate alındığında, hızlıca artacağı ve Türkiye’nin tedarikçisine karşın bağımlılık durumunu daha da artıracağı söylenebilir. Hazar’dan Türkiye’ye ve oradan da Avrupa pazarlarına enerji kaynaklarının aktarım altyapısı açısından birkaç yıldır proje sayılarının artışına ve hayata geçirilme sürelerinin hızlandığına tanık oluyoruz. Kronoloji bildik. Bu konu, çok büyük finansal ve jeo-stratejik meselelerin yanı sıra bu işte çok sayıdaki çokuluslu şirketin bulunması ve elbette Avrupa Kalkınma Bankası’nın TANAP finansmanı dikkate alındığında, uluslararası basında da çok sayıda makaleye konu olmuştur: Mayıs 2006, Bakü-Tiflis-Ceyhan ya da BTC (Ceyhan Türkiye’nin Akdeniz kıyısında yer alıyor) petrol boru hattının açılışı; 2011 yılı sonunda, 2019 yılında tamamlanacağı açıklanan TANAP projesi lansmanı (Hazar Denizi’nden Yunanistan’a olan gaz boru hattının yüzde 60’ı SOCAR devlet şirketine ait); ve bu projelere ilaveten SOCAR, BP, Lukoil ve Türk devlet şirketi TPAO’nun dahil oldukları, BTE gaz boru hattı (Bakü-Tiflis-Erzurum ya da “Şah Deniz Boru Hattı”)... Bu son iki altyapı hizmete girdiğinde, Azerbaycan hidrokarbür ihracatı artış gösterecektir.
Ekonomik bütünleşme
Son yıllardaki dikkat çekici değişimler Türk ve Azerbaycan ekonomileri arasında giderek büyüyen bir karşılıklı bağımlılıktan söz edilmesine de neden oluyor. Peki ama bu karşılıklı bağımlılık nedir? İki komşu arasındaki ticaret ilişkileri dikkate alındığında bu bağımlılık dikkat çekici. 2016 yılında Türkiye, Rusya’nın ardından ithalat açısından Azerbaycan’ın en önemli ikinci ticari ortağı oldu. İhracat açısından Türkiye Azerbaycan’ın 6. Ortağı olsa da ve pazarının dar olması dikkate alındığında- bu ülke Türkiye’nin halen mütevazi ticari ortaklarından olsa da, Türkiye’nin kuzeydoğusundaki komşusuna yönelik ihracatı son zamanlarda önemli ölçüde arttı (2003-2013 yılları arasında değeri sekize katlandı!). 2006 yılında düzenlenen Türkiye-Azerbaycan iş forumunun bu yakınlaşmayı başlattığını söyleyebiliriz, forumun ardından 2010 yılında daimi bir kuruluş olan “Türkiye-Azerbaycan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” kuruldu. 2015 yılında Iğdır’da açılan sınır kapısı ile amaç iki ülke arasındaki ticari ilişkileri 2020 yılında 20 milyar dolara çıkarmak.
İki ülke arasındaki doğrudan yabancı sermaye akışı dikkate alındığında, 2000’li yılların sonunda güçlü bir artış gözlemlenmekte, hatta 2008 yılında Azerbaycan Türkiye’nin birinci yabancı yatırımcısı iken yurtdışındaki en yüksek Türk yatırımlarının yapıldığı ülke Azerbaycan oldu. Yani güzel bir karşılıklılık. 2008 yılındaki dikkat çekici bu başarı devlet şirketi SOCAR ve Turcas Petrokimya A.Ş.’nin Türk enerji sektörüne ve özellikle de Aliağa/İzmir’de Petkim’in satın alınması ile ilgili yatırımlarla bağlantılı. Sonrasında, yine Aliağa’da “Star” çağrıştırıcı adı ile yeni bir rafinerinin inşaat projesi ile yeni yatırımların olacağı duyuruldu. Mayıs 2013 yılında duyurulan ve İspanyol ve Japon firmalarını da buluşturan 2018 yılına kadar devam edecek bu inşaat projesi toplamda 17 milyar dolarlık bir yatırım. Karşı tarafta ise, Azerbaycan’da başta inşaat sektörü olmak üzere farklı sektörlerde 2bin 500den fazla Türk firması, Azerbaycan’ın bağımsızlığından bu yana- Türk resmi istatistiklerine göre- 11 milyar dolar değerinde 363 projeye imza attı.
Turistik açıdan bakıldığında da ilişkilerin yoğunluğu dikkat çekici. 2015 yılında, 600 binden fazla Azerbaycanlı Türkiye’ye geldi; Gürcü sayısına göre (2 milyondan fazla!) bu rakam çok daha az olsa da yine de önemli bir artış gösteriyor, en önemli artış son yıllarda gerçekleşti, yıllık Azerbaycanlı mevcudiyeti 1999 yılı ile 2010 yılı arasında 122 binden 486 bine çıktı. Bu turistlerin çoğunluğu “valiz turisti”, büyük çoğunlukla da iki ülke arasında “gel git” yapıp Türkiye’den satın alınan (sıklıkla tekstil) ürünleri Azerbaycan’da satan kadınlar. Aynı şekilde, Türk turistler de Azerbaycan’a giden yabancı turistler içindeki en üst sıralarda yer alıyor, 2013 yılında 3. sıradaydılar.
Öte yandan de facto ve Rusya aracılığıyla – ve özellikle de Türk-Rus ilişkilerinin yeni güncel tanımı çerçevesinde, Türkiye Azerbaycan arasındaki ekonomik yakınlaşmanın önemli aktörleri olan Azeri kökenli Rus vatandaşlarının da dahil edilmesi, biz bunu burada yapamadık, daha çarpıcı bir tabloyu ortaya koyabilirdi.
Azeri bir yumuşak güç mü?
2013 yılından beri Türkiye’de gerçek bir Azeri “yumuşak güc”ün -İtalya gibi birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi- farklı seviyelerde hissedildiğinden söz etmek mümkün. Azerbaycan devleti ve büyük Azerbaycan kamu ve özel şirketleri Türkiye’de medya, “kültürel”, yayın ve hatta üniversite faaliyetlerini finanse ediyorlar. Ülkeye kayıtlı yabancı öğrenci kontenjanı dikkate alındığında birkaç yıldır en yüksek sayının Azeri öğrencilere ait olduğu görülüyor.
Star medya grubunun (bir gazete ve iki ulusal televizyon kanalı) 2013 yılında SOCAR tarafından satın alınmasının yanı sıra çok sayıda konferans, kolokyum, belgesel ve sergi Azerbaycan desteğini alıyor ve bu etkinlikler bazı hassas konularda küçük komşunun lehine kamuoyu oluşturulmasında yer alıyor. Mayıs 2012’de imzalanan ve Kasım 2013’te genişletilen Türk ve Azeri arşivleri arasında işbirliği protokolü de bu yönde ilerliyor. Bu perspektifte tarihin (yeniden) ortak yazımı devam ediyor... Yakın zamanda, Eylül 2017’de yayınlanan Aşka Geldik komedi dizisi örneğinde olduğu gibi ekranlarda Türk-Azeri ortak-yapımları göze çarpıyor.
Azerbaycan’da Bakü’de Yunus Emre enstitüsünün açılmasının ardında, Gülen cemaatine ait Türk okullarının kapanması ve başka bir vesayet altında (Maarif Vakfı) açılmasının, Kafkas üniversitesinin kapatılmasının ardında küçük komşunun kültür hareketi göz ardı edilemeyecek durumda ve hedefi belli (özellikle okullu gençleri hedefliyor).
Sonuçta – askerî alandaki oluşmuş bütünleşmeye paralel olarak - Türkiye ile Azerbaycan arasındaki çok biçimli karşılıklı bağımlılığın yakın zamanda sağlamlaşması, çoklu sonuçları olan ve gözlemcilerin dikkatini daha fazla vermesi gereken göz ardı edilemeyecek bir olgudur. Bunun için bayatlamış “Bir Millet İki Devlet” sloganının klişelerinden çıkıp, daha somut olarak ulaşım altyapıları, enerji politikaları, ticari ilişkiler ve insan ve fikir dolaşımı üzerinden bütünleşmenin etkilerini göz önünde tutmak gerekiyor.