Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Ermeni diasporasından bakış Rüya ve gerçeklik arasında : yeni bir Ermeni-Türk diyalogu arayışı Tigrane Yegavian |
Tigrane YegavianFransız gazeteci |
Ermeni kökenli Fransız ve Türk entellektüelleri ile tanınmış kişiliklerin imzaladığı "Ortak bir rüyamız olsun" başlığını taşıyan ve 30 Mayıs 2014'te Türkiye, Fransa, Ermenistan ve İtalya'da aynı anda yayınlanan metin bir kaç yıldır rafa kaldırılmış gibi görünen Ermeni-Türk diyalogu temasını yeniden gündeme getirdi. Martin Luther King'in söylemine uzaktan bir yankı olan bu metin Ermeni-Türk yakınlaşması için bir manifesto olma arzusu taşısa da Ermeni meselesini "rüya" teması etrafında şekillendirmesiyle akıllarda kalacak. Bu diyalogun mevcut hali Ermeni meselesinin karmaşıklığını ve dipteki sorunları ihmal etmeye devam ettiği ölçüde tarihimizde yeni bir sayfa açması mümkün görünmüyor.
Denize fırlatılan bir şişe
Türk devletini 1915 soykırımının inkarı politikasına son vermeye çağıran metnin imzacıları Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra Türkiye'de yaşanan gelişmeleri destekliyorlar. Bunlardan sembolik olarak en güçlü olanı 24 Nisan'da nihayet Türkiye'nin başta gelen şehirlerinde anmalar düzenlenmesidir. 2007'den beri sayıları artan bir şekilde köklerini arayan Ermenistan ve Diaspora Ermenileri Yerkir'e (günümüz Türkiye'sinde bulunan Batı Ermenistan'a) seyahatler gerçekleştiriyorlar. Üniversitelerde düzenlenen kollokyumlar, kültürel etkinlikler ve Ermeni kiliselerinin restorasyonları birbirini izliyor. Agos gazetesi profesyonnelleşirken Hrant Dink Vakfının yayınları ve programlarının kalitesinde de gözlemlenen bir dinamizm dikkat çekiyor. Bu alanda öncü olmuş kişilerin dönemi bugünden ne kadar uzak görünüyor. Soykırımın tanınmasına dair ilk ve çekingen adımların önde gelenlerinin bir elin parmaklarıyla sayıldığı Türk-Kürt radikal soluyla sınırlı kaldığı günler uzakta kalmış gibi. Türkiye'den Zarakolu çiftini, Sait Çetinoğlu, Doğan Özgüden, Yelda Özcan, Recep Maraşlı ve Taner Akçam'ı, Fransa'da CRDA'dan (Ermeni diasporası araştırma ve dokümantasyon merkezi) Jean Claude Kebabdjian'ı, ACCORT ve Biz Miasin derneklerini hatırlıyoruz.
İnkara karşı bu metinde ilgiyi hakeden öneriler geliştiriliyor, doğru. "Ciddi bir hafıza çalışması"na girişmek bunlardan biri. Dile getirilen başka bir konu Ermenistan'a uygulanan ambargoya Türkiye'nin Karadeniz ya da Akdeniz'de bir limana Ermenistan'ın serbest erişimini sağlamasıyla çözüm bulunabilecek olması. Ermenistan'ın zamansal ve manevi gerçekliği arasında bir birleştirme çizgisi olan Ararat'a dair ise metni imzalayan arkadaşlarımız bölgenin "İnsanlığın köklerinin bulunduğu bu bölgenin bir barış feneri olması için Türklerin ve Ermenilerin birlikte değer katacakları bir çeşit özgür bölge olarak açık" olması ve Unesco'nun dünya mirasına dahil edeceği büyük bir doğal park yapılması konusunda anlaşıyorlar. Bu öneri hem naif hem de sempatik bir idealizmin sonucu gibi görünüyor.
Tartışmasız bir samimiyetle hareket ettiği görülen imzacıların inisyatifi Ankara AB'ye üyelik hayalinden hiç olmadığı kadar uzaklaşmış görünürken hayata geçti. Bu durumda "gerçek Anadolulu" islami muhafazakar yükselen sınıfın içinde artık sesi duyulmaz hale gelmiş bir söylemin taşıyıcısı, demokrat ve "Avrupa Birliği sever" bu bir avuç ve soyu tükenmekte olan entellektüellere hangi ağırlık atfedilebilir ki ?
Hrant Dink'in "zehirlenmiş" mirası
Bu metnin başlığının bize önerdiği gibi Hrant Dink'in ani kaybından yedi sene sonra hala hayal etme aşamasındayız. Lirik metaforları seven Dink'in zamanında geleneksel çizgileri altüst ettiğini kimse inkar edemez. Türkçe yayınlanan gazetesiyle toplumunu içinde bulunduğu cansızlıktan uyandırdı, militarist ve kemalist kanaatlerin kilitlediği Türk kamusal alanında sesini ve meselelerini yankılattı. Etkin iletişim araçlarına erişerek diaspora ve Ermenistan'a Türk toplumunda meydana gelen değişimleri aktarmaya katkıda bulundu. Projektörlerin altında gerçekleşen bu eylemeler Avrupa meselesi Türkiye'de gündemde iken anlamlı ve gerçek bir kapsama sahipti. Burada istisnai bir figürü, Türk toplumunun demokratikleşmesinin ve halklar arasındaki dostluğun daha sonra şehidi olacak savunucusunun imajını gölgelemek söz konusu değil.
Ancak şimdi bakınca eylemlerinin bilançosunun orta karar olduğunu söylemek gerekiyor. Çünkü utanılacak bir parya muamelesi gören Türkiyeli Ermeni figürünü daha insani kılmanın bir bedeli vardı : Ermeni diasporasının aktivizminin aşırılık hatta Türk düşmanlığı olarak algılanmasına yol açtı. Avrupa'daki Türk yanlısı kesimler ve entellektüeller tarihin doğru yönünde bir değişimi savunan bu "Ermeni kökenli Türk" gazetecinin mesajını yaygınlaştırmaya geniş ölçüde katkıda bulundular. Ermeni galaksisinin neredeyse ikili olarak temsil edilmesine karşı Türkiye'nin AB üyeliği gündeminin silindirine kapılmış, dağınık hareket eden ve etkin iletişim aracından yoksun bir diasporanın manevra alanı ne olabilirdi ki ? Bu demokratik sevinç dalgasında AB'ye üyeliğin Türk ve Avrupalı taraftarları Ermeni-Türk yakınlaşmasının gerçek getirilerini romantik vaatlerden oluşan kalın bir perdeyle kapladı ve ışıkları hayalin üzerine çevirdi. İyi niyetli kesimler ve aynı zamanda her türlü çıkarcı tarafından sahip çıkılan Hrant Dink Ermeni diasporasının duyulmaz hale gelmiş söylemini etkisizleştirmek için bir sembol, hatta bahane haline gelmişti. Kurbanın mirasına el koymak için yürütülen yarış cinayetin hemen ertesinde çok acı bir hal almıştı. Baskın Oran gibi bir Türk entellektüeli Dink'in Ermeni olmadan önce Anadolulu olduğunu ileri sürerken (AYP FM'in Cartes sur Table programı, 20 Ocak 2007) Ermenistan'da hayranlık ile Ermeni ulusal Panteon'unda yer alan kahramanlarla acele karşılaştırmalar ortama hakim olmuştu.
Türk demokrasisi ve Ermeni davası : aynı zincirin halkaları mı ?
Bugün diasporadan bakıldığında garip bir duygu karmaşası içinde bu hayali kurulan Türkiye'yi hala keşfetme dönemindeyiz, attıkları her adımda ezilen kemik seslerini duymaktan korkanlar şimdi bu Ermeni "Uzak Batı"sında varlık gösteriyorlar. Yerkir'e yolculuk yapan sanatçı ve entellektüeller artık sayılamayacak kadar çok. Hrant Dink tsunamisinin yarattığı diyalog dalgasının üzerinde diasporadan sanatçılar köklere dönüş temasını moda bir konu haline getirdiler. Paris'te entellektüel Michel Marian akademisyen meslektaşı Ahmet İnsel'le birlikte "Ermeni tabusu" üzerine zor bir diyalog egzersizine girişti. Istanbul'a gelenler için Agos yazı işlerinin ve Hrant Dink vakfının şirin bürosu, ya da bazen Aras yayınları adeta mecburi bir ziyaret yeri oldu. Henüz embriyon halindeki bu diaspora sivil toplumu ile "ilerici İstanbul Ermenileri" arasında sıklaşan bu görüşmeler dair endişe verici bir tespit mevcut : Ermeni davasının geleneksel temaları (mevcut toprakların güvenliğinin sağlanması, soykırımın tanınması ve soykırımın yol açtığı tahribatın tazminatı için yürütülen mücadele, Ermenistan'a ambargonun kaldırılması vs...) artık öncelikler arasında değil. Bunların yerini hayaller ve kardeşlik ütopyası almış ! Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesi hafıza üzerine ciddi bir çalışma yürütme talebinden geçiyorsa da Müslümanlaşmış Ermenilerin kaderine ve sınırları iyice geçirgen hale gelmiş görünen Ermenilikle ilişkilerine verilecek yere dair bir tartışmayı kimse açmıyor.
Böylece Ermeni meselesi ortak bir barış, karşılıklı anlayış ve hoşgörü idealiyle hareket eden Anadolu'nun mazlum kardeşlikleri zincirine eklenen bir halka haline geliyor. Bu şekilde tanınsa bile soykırım olgusunun ciddiyeti sıradanlaştırılmış ve yüzeysel bir uzlaşmanın sunağında kurban edilmiş gibi görünüyor. Hrant Dink figürünün soyu tükenmekte olan Avrupa Birliği taraftarı "beyaz Türk" İstanbul entelijensiyasının bir kesimi tarafından sahiplenilmesine karşı bu bozuk diyalogun tüm milliyetçilikleri eşitleyen ve asimetri tehlikesi içeren görecelilik gibi kötü etkilerinin olduğunu altını çizmek gerekiyor. Çünkü bu tutum diasporadaki Ermeni aktivizimin varlık sebebinin öncelikle inkara karşı bir tepki olduğunu unutmak olur. Tüm milliyetçilikleri mahkum etme talebi iki taraftan kurbanları aynı kefeye koymaya sürüklüyor : soykırımın ve 70-80'li yıllardaki Ermeni terörizminin saldırılarının kurbanlarını. Bu asimetri Türk Ermeni gazeteci Markar Esayan'ı liberal Türk aydınları tarafından başlatılan özür kampanyasına adeta bir cevap olarak "Asala'nın kurbanlarından özür dilediği" bir makale yazmaya sevketti (Taraf, 18 Aralık 2008). Aynı bakış açısıyla Agos Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş'ın "Hocalı katliamı"na dair medyatikleştirilen açıklamaları dünyadaki çok sayıda Ermeni tarafından tepkiyle karşılandı.
Türkiye'deki yeni durum
Türkiyeli Ermeni demokratlar ve onların liberal Türk koruyucuları 2007'den beri bir rant halinde yaşıyor gibiler. Hrant Dink'in düşünceden daha çok duygularla oynayan mirasçıları Türkiye'deki güç dengelerini yöneten yeni siyasi durumun zora soktuğu bir meşruiyet sermayesini bitirmek üzereler. Generallerden gelebilecek her türlü tehdidi bertaraf ettikten sonra AKP kendi derin devletinin temellerini attı, yeni bir islamcı-kemalist sentez ortaya koydu ve baskıcı yaklaşımıyla Avrupa Birliği taraftarı liberal aydınlarla imzaladığı sessiz anlaşmayı bozdu. AB üyeliği perspektifinin uaklaşmasıyla 2009'da ilan edilen otoriterleşme virajı daha sonra doğrulandı ve toplumun demokratikleşmesi rüzgarının doğurduğu umutları yok etti. Avrupa rüyasının bu şekilde stand-by'a alınmasının kendisi yeni bir dönemece işaret ediyordu. Bu süreç diaspora ve Ermenistan Ermenileri ile yakınlaşmanın mimarı olan Türklerin rolünü sorguluyordu. Bugün bu Türk aydınlar AKP'nin yaşattığı hezimetin gölgesinde birbirlerine girmiş durumdalar. Sürdürülmesi gitgide zorlaşan bu duruma karşı nasıl bir siyasi tavır alacaklar ? Türk-Ermeni diyalogu nasıl ilerleyebilir ? Devlet ve AKP'yle bu ayrılık her türlü ilerlemeyi zora sokuyor, bu esnada İstanbul Ermenileri Hrant Dink'in ya da ağır hasta olan Patrik Mesrop Mutafyan'ın yerini devralacak yeni bir lider bulmakta zorlanıyorlar. Türk toplulumun demokratikleşmesi ya da Türkiye'nin Kürt partilerinin (BDP ve HDP) politikasıyla aynı çizgide durmanın dışında bir ajandadan yoksun olan ilerici Ermeniler uzun vadeli hedefleri ya da toplum projeleri hakkında diasporayı ikna etmekte de zorluk çekiyorlar.
Modernist ilüzyon
Türk toplumu değiştiyse de, Agos ve Hrant Dink vakfının modern ve ilerici cilasının altında Türkiyeli Ermeni azınlığın günlük yaşamında "millet sistemi" hala elle tutulur bir gerçeklik olarak var olmaya devam ediyor. Vakıflara dair tartışmalar niçin hem devletle toplumun arasındaki ilişkileri zehirleyerek hem de toplumun kendi içinde yeni kırılmalar yaratarak devam ediyor ? Türkiyeli hiçbir Ermeni kişilik demokratik bir çerçevede Türkiyeli Ermeni kimliğinin sürdürülebilirliğini garanti edecek bu temel sorulara tam anlamıyla bir cevap önerebilmiş değil. Sanki, son on yılın tüm alt üst oluşlarına rağmen, Türkiye'de Ermeni olmak hala "korunan azınlık" olma kavramına sıkı sıkıya bağlıymış gibi.
Yeni bir çerçeveyi tanımlamak için öneriler
Anlaşılacağı gibi, bu kilitlenme haline karşı aciliyet bu diyalogun önde gelen dört aktörünün mümkün olan en gerçekçi yaklaşımı sergilemesidir : bir yanda Türkler ve Kürtler'in, diğer yanda Ermenistan ve diaspora Ermenileri'nin. Henüz emeklemekte olan Türk ve Ermeni sivil toplumları güzel yarınlara dair romantik anlatıların sınırlarının farkına varmak durumundadır. Bunun için, Osmanlı Ermenileri'nden gelen diaspora Türk kamusal alanında (medyada, üniversitelerde, kültürel hayatta) varlık göstererek bu karantinadan çıkmak durumundadır. Aşırı uçtaki Taşnak ya da solcu entellektüel gibi indirgeyici ve karikatürleştiren bir imaja alternatif önererek iletişimine hakim olmak onun sorumluluğundadır. Somut olarak bu projenin gerçekleşmesi için iki önemli engeli aşması gerekmektedir. Öncelikle Türk-Ermeni diyalogunun gerçek sorunlarına dair eleştirel ve derinlemesine bir inceleme ve sorgulama başlatmak durumundadır. Bunu hiçbir siyasi ve dini yapı (Taşnak, Hınçak Ramgavar partileri, UGAB, Kilikya Katolikosyuğu vs...) bugüne kadar geliştirmeyi başaramadı.
Öte yandan, şüphesiz en zor olanı, Türk muhataplarına Ermeni meselesinin çözümünün kendileri ve ülkeleri için acısız olmasının mümkün olmadığını kabul ettirmek durumunda olmasıdır. Türkiye'ye 2011'de Yerkir Europe sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenen bir seyahatte, genç diaspora Ermenisi gazetecilerden oluşan bir delegasyona o dönem AKP'ye yakın olan iki Türk entellektüel tarafından "Türkiye'den bakıldığı zaman en önemli sorunun soykırımın tanınması değil, tazminatlar meselesi olduğu" ifade edilmişti. Başka bir deyişle, inkarcı propagandaya rağmen Türkler Osmanlı Ermeni halkının yok edildiği gerçeğini örtük olarak tanımaktalarmış.
Bu görüşme sırasında gazeteciler liberal Türk aydınların söylemini diasporaya aktarmaya davet edildiler. Ancak çok satan büyük bir Türk gazetesinde düzenli olarak kendilerini ifade edebilecekleri bir köşeye sahip olmaları talepleri geri çevirildi. Bu acı tespit akademisyen ya da sanatçıların sınırlı çevrelerinden çıkmak gerekliliğini de ortaya koymaktadır, sivil toplumun katmanlara ayrılmış gerçekliğine diyalogu taşıyabilmek için bu gereklidir.
Kardeşlik idealinin sirenleri ne kadar çekici olsa da, meselenin farklı yüzlerinin tamamına bakışın eksikliği, diaspora gibi kilit role sahip bir aktörün dışlanması ve Türkiye'deki yeni durumun göz önüne alınması henüz aşılamayan sorunlar olarak önümüzde durmaktadır. Titrek bir hayalin yerine gerçekliğin ve onun karmaşıklığına uygun yeni bir diyalog temelinin geçmesi gerekmektedir.