Ermeni-Türk platformu

Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde

 

Ermeni meselesi Kürt meselesinden de daha zor

 
 
 

Türkiye'den bakış

 

Ermeni meselesi Kürt meselesinden de daha zor

Vedat Yıldırım'la söyleşi

 

 
 Vedat Yıldırım

Kardeş Türküler grubu kurucularından müzisyen Vedat Yıldırım

Farklı kimliklerle kendini ifade etmenin tabu olduğu 90’lı yıllardan beri Türkiye’nin tüm dillerinde şarkılara ses veren Kardeş Türküler’in kurucularından müzisyen Vedat Yıldırım’la Türkiye’nin tabularını, hayata yenik başlayanları, Ermeni olmadan Ermenice söyleyen ilk grup olma serüvenini, Hrant Dink’le dostluklarını ve onu kaybedişimizden 6 yıl sonra geldiğimiz noktayı konuştuk. Kardeş Türküler’i “bir rehabilitasyon projesi” olarak adlandıran Yıldırım Türkiye’de hakim olan ayrımcı dilin mağdur kesimlerin dayanışmasıyla kırılabileceğine inanıyor.


Çeşitli yerlerde ifade ettiğin bir cümle var, onunla başlamak isterim. “Türkiye’de hayata 3-0 yenik başlayanlar  var. Bu mağdur kesimlere Kardeş Türküler’in şarkıları güven veriyor” demiştin. Türkiye’nin tabu meselelerinin ortasında doğanları da “Hayata 3-0 yenik başlayanlar” arasında sayabilir miyiz ?

Son albümümüzde “1-0” adını taşıyan bir şarkı var. Müziği Arto Tunçboyacıyan’a ait. Sözlerini ben yazdım. İşportacı bir çocuğun büyük şehirde hayata tutunma çabası var bu şarkıda. Büyük göç dalgasıyla birlikte birçok insan kendini şehrin ortasında buldu. Çok alışık olmadıkları bir hayat. Bu 1-0 yenik olma hali bazen 3-0 oluyor, artabiliyor. Mesela bir Kürt için kimlik meselesi bir mücadele alanıdır. Bir taraftan da ekonomik problemler yaşanıyor. Ermeniyseniz bu durum 2-0 da olabilir, çünkü orada din ayrımcılığı ve soykırım meselesi devreye giriyor. Ermeni meselesi Kürt meselesinden de daha zor. Kürt meselesiyle ilgili insanları ikna etmek için “Aynı ümmetteniz”, “Yaradandan ötürü severiz” gibi muhafazakar söylemler kullanılıyor mesela.

Ermenileri sevmek için bir bahane yok bu söyleme göre…

Bu söylem Türk-İslam sentezi anlayışını körüklüyor. Bu yüzden o “sıfırlar” artabiliyor. Mesela Çingeneler ya da Aleviler için. Bir dönem üniversitede başörtülü kadınların durumu böyleydi. Ayrımcılık meseleleri Türkiye’de hep problem.


Bu meseleleri ne zaman keşfetmeye başladın ?

Üniversitede Kardeş Türküler projesine başladığımızda bunları çok bilmiyordum açıkçası. Resmi tarih, ki buna tarihin kirletilmesi diyorum, devletin yarattığı söylemler ve kırmızı çizgiler halkın bazı şeyleri bilmesine engel oluyor. Kardeş Türküler farklı dillerin, kültürlerin görünürlüğünü müzikal anlamda açığa çıkarmaya çalışan bir proje. İster istemez Türkiye’deki halklar nedir, kimlerdir, araştırmaya başlıyorsunuz. Boğaziçi Robert Kolej’den devşirme olduğu için nispeten daha rahat bir üniversite. Bizim kütüphanede Ermenice plaklar vardı mesela, belki başka hiçbir üniversitede yoktur. “Nasıl ulaşırız bu müziklere” derken kütüphanede bulduk. Sonra Ermeni toplumuyla ilişkilerimiz arttı. Bir gün üniversitede çalışırken tesadüfen oradan geçen bir arkadaş “Bu bizim dilimiz, siz Ermenice müzik mi yapıyorsunuz ?” dedi.


Ermenice bilmiyordunuz değil mi ? Nasıl söylüyordunuz ?

İlk başta taklit ediyorduk. Bir yandan da “Birilerine ulaşalım” arayışları vardı. O Ermeni arkadaşımız yardım etti, sonra buradaki Ermeniler destek oldu, gerek Agos çevresi olsun, Aras yayıncılık olsun, çok dostlarımız var oralarda. Mıhitaryan derneği var, konser verdiğimiz. Orada hem İstanbullu Ermeniler var, hem de Diyarbakır gibi başka şehirlerden göç eden Ermeniler, onlar aynı zamanda Kürtçe de biliyorlar.


Hrant Dink’le o dönemde mi tanıştınız ?

Mıhitaryan konserinde tanıştık. 1995’ti sanırım. Rakel orada Kürtçe ve Ermenice bir türkü söylemişti. Bu konserde Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Çerkezce ve Azerice şarkılar okumuştuk. O dönem Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir savaş var. Halkların karşı karşıya getirilmek istenmesine müzikal bir karşı çıkıştı. Acaba Azerice şarkı bir sorun yaratır mı diye düşünmüştük, oysa okuduğumuz şarkıyı biliyorlardı. Bunlar zor meseleler. Şimdi Azerbaycan’da Ermenice bir şarkı söylemek çok zor bir şey.


Size farklı yerlerde nasıl tepkiler geliyor ?

Kardeş Türküler öyle bir proje ki… Bir rehabilitasyon projesi. Nasıl bir rehabilitasyon ? Samsun’da bir konsere gitmiştik. 90’ların başında Samsun’da Ermenice türkü okuduk, düşünün.  Bizi çağıran zaten sol gruplar, bu yüzden onlardan bir tepki gelmiyor ama polisler var salonda. Kürtçe okuyoruz, “Ne oluyor” falan oluyorlar. Sonra Ortadoğu şarkıları okuyoruz, oyun havası, bir bakıyoruz polisler de oynamaya başlamış. Hakkaniyetli bir müzikal sunum yapmaya çalışıyoruz. Ayrım yapmadan, Türkiye’deki bütün rengi vermeye çalışıyoruz, o yüzden de bir şey diyemiyorlar. Savaş meseleleri başka bir şey. Savaşta çocuğu ölen bir insan ister istemez bir önyargı duyabiliyor. Varsayalım Ermenistan’da yaptığımız konserde oraya gelen bir annenin, babanın savaşta çocuğu ölmüş olsun. İster istemez Azerice okuduğunuzda bir tepkisi olacaktır. Ama konserin genelini dinlediğinde o his yok olur. Çünkü görüyorlar, bu çocukların derdi başka.


Mıhitaryan konserinde sanırım henüz ilk albümünüz çıkmamıştı. O dönem Hrant Dink’le paylaşımlarınız nasıldı ? Önerilerde bulunur muydu size ? Birlikte Ani’ye gitmişliğiniz de var sanırım.

Hrant’ın bir büyüsü var ya, metafizik bir durum. Bu insanlar böyledir, Che Guevera öyledir, Deniz Gezmiş, Musa Anter öyledir. Siyasi hayat ile günlük hayat arasında çok iyi ilişki kuran insanlar bunlar. Gündelik hayatta dilleri çok mütevazi, bir gönül sofrası kurarlar. O konserden sonra dostluğumuz çok gelişti. Agos çevresiyle daha çok birlikte olmaya başladık. Ani’ye gidişimiz Kars’taki Kafkas festivali vesileyle oldu. Fikir paylaşımlarımız elbette vardı. Ermenistan’a gitmemiz de onun vasiyetiydi. “Bir gün gideceğiz oraya, Kardeş Türküler ile Sayat Nova birlikte sahneye çıkacak” demişti. Bir de Anadolu Ermeniliğini biliyordu. İlk dönemlerdeki repertuarımızda daha çok Ermenistan’da ya da İstanbul’da söylenen Ermenice şarkılar vardı. Anadolu Ermenilerin şarkıları çok nadirdi.


Kürtçe o yıllarda yasaklı da olsa bir şekilde kendine yer buluyordu. Ama belki Ermenice’yi ilk defa Ermeni olmayan bir grup seslendiriyordu.

Herhalde öyleydi. Ermeni olmayan ve Ermenice okuyan ilk grup Kardeş Türküler olabilir. Süryanice için de bu böyle. Kardeş Türküler repertuarını geliştirirken “Şöyle güzel bir şarkı bulalım”dan ziyade daha çok kenara itilmiş müzikleri, formları bir kültürel yelpaze içinde sunmaya çalışır. Örneğin Türkiye’de şu an duduk çok moda. O dönem bunları kullanan ilklerdendik herhalde.

Bir de şunu sorduk kendimize : “ Çok acı çekmişler, ama hep böyle hüznün, göçün ve katliamın şarkıları mı var ? Mutlu anlarının şarkıları nerede?” Haynırına gibi Ermeni halaylarının, Es kişer hampartzum e gibi şarkıların üzerinde çalıştık. Bu müzikleri nostaljik birer öge olarak ele almıyoruz, “Geçmiş ne güzeldi” demenin ötesinde, güncelleştirmeye çalışıyoruz. Diyoruz ki “Devam etmeli bu müzikler”.


Sizi dinleyenlerde “Buralarda ne halklar, ne müzikler varmış” gibi bir bilinçlenmeye de yol açıyor mu albümleriniz ?  “Bilmiyordum, ilk defa sizde duydum” gibi dönüşler alıyor musunuz ?

Tabii. Bir Ezidi ilahisi okumuştuk mesela son albümde. İnsanlar “Böyle bir şey de varmış” dediler.  Diyarbakır Ermenilerinden Onnik Gulciyan’ın “Amen” diye bir ilahisi vardı, onu okuduğunuzda şaşırıyorlar, makamsal bir dini müzik var orada.


Kardeş Türküler’in ilk çıktığı zamanları düşündüğünde Türkiye’nin bugününü nasıl görüyorsun ? Tabu meseleler konusunda nasıl bir noktadayız ?

Kürt meselesinde şu an çok farklı bir noktaya gelmiş durumdayız. Cin şişeden zaten çıktı. Herkes farkında, bu işin bir şekilde halledilmesi gerekiyor, çünkü Kürtler vazgeçmiyorlar. TRT Şeş gibi küçük şeylerle kandırılamıyorlar. Alevi, Kürt ve Ermeni meselesinde aynı bağlamda düşünebileceğimiz üç olay var : Hrant Dink cinayeti, Madımak ve Uludere. Aslında üçü birbirine çok benziyor. Halkların vicdanını yarayan çok simge olaylar. Çok sistematik bir durum var ortada. Bu meselelerin temelden çözülmeye çalışıldığını söylemek çok güç. Diyelim ki o zamanın derin devleti yapmış. Şimdi yeni bir iktidar var. En azından Emniyet ayağını halletmesini bekliyorsunuz. Bu meselelerin çözülmesi Türk-İslam sentezi bakışının kırılmasıyla ilgili. Kürt meselesinde bir rahatlama olursa diğer alanları da etkileyecek, rahatlatacak. Bu yüzden bütün hakların bir dayanışma içinde olması gerekiyor. Kim mağdursa onun yanına geçmek lazım, onu yapmaya çalışıyoruz biz de.


Hrant Dink’in hayalini gerçekleştirerek 2008’de Ermenistan’da konserler verdiniz. Nasıl oldu, biraz bahsedebilir misin?

Hrant’ın vasiyetiydi o. Çok kalabalık bir ekiple gittik. Sayat Nova korosu ile birlikte 100 kişiydik diyebiliriz. Kolay değil bu kadar kişinin bir yere gitmesi. Bir takım destekler bulundu. Erivan’da Opera salonunda verdik konseri. Vanadzor şehrine gittik, orada tam bir halk konseri oldu, çok güzeldi. Konserler doluydu, söyleşiler yaptık, Ermeni kültür sanat mekanlarıyla iletişime geçtk. Bir Ezidi köyüne gittik, oradaki dengbejlerle kayıtlar yaptık, bunları bir takım belgesellere dönüştürdük.


Ermenistan’a tekrar girme düşüncesi var mı ? Herhalde bir daha böyle bir imkan olmadı.

Olmadı,  bu tamamen ekonomik bir mesele. Ekip kalabalık. En son Arto Tunçboyacıyan’la bir albüm yaptık biliyorsunuz. Beraber gitme düşüncesi vardı ama ekonomik engellere takıldı. Ermenistan zengin bir ülke değil, uçak biletleri çok pahalı. Sınır da kapalı. Hrant’la fotograf çektirmiştik ya Ani’de, karşı taraf hemen Ermenistan, arada Arpaçay var. “Erivan 30-40 km buradan. Ve ben yarın uçağa bineceğim, Kars’tan İstanbul’a gideceğim, oradan Erivan’a geçeceğim” demişti . Böyle bir olay. Kars bu yüzden, çok güzel bir şehir iken, sınırın kapanmasından dolayı ölmüş bir şehir.


Sınırda ya da Ani harabelerinde bir konser verdiğinizi hayal ediyorum da…

Aslında öyle bir proje vardı, biliyor musun ? Olmadı, yapamadık. Belki de 2015’te yapmak lazım.


Tam sınırda yapmak mümkün olmayabilir.  Ama düşünsene, sizin sınırın bu tarafında, Ermenistan’dan bir grubun ise öbür tarafında konser verdiğini...  Ani’de karşı tarafta çalışan köylülerin bile sesleri duyuluyor çünkü.

Duyuluyor tabii. Ne güzel olur. Belki böyle sembolik bir şey yapılabilir. Bu tabii biraz memleketin haline, Türkiye-Ermenistan ilişkilerine, birçok şeye bağlı. Şu anki duruma baktığımızda Cumhurbaşkanlarının gidip gelmelerinden sonra Türkiye işi Karabağ’a kilitledi. Aslında Karabağ ve Kıbrıs meselesi birbirine benziyor. Bizim de böyle bir sorunumuz var, ne olacak ? Buraya bağlarsak bu işin sonu yok.


Çeçence, Azerice söylediğinizden bahsettik. Çeçenler, ya da Kafkas kökenli gruplar daha milliyetçi bilinir. Tepkileri nasıl çalışmalarınıza ? Onların dillerinde söylüyor olmanız  mesela Ermenice ya da Kürtçe duyunca irkilmemelerini sağlayabiliyor mu ?

Tabii. Kimi zaman ters köşeye de yatabiliyorsunuz. Mesela Çeçenistan ya da Filistin meselesi Türkiye’de hep sağ muhafazakar kesimin sahiplendiği alanlara dönüştü. Neler oluyor, bir ilgi duymak lazım. Çeçenistan’da bir zulüm var, bir kimlikleri, kültürleri var. Çeçence bir şarkıyı bize öğretsinler diye yaşadıkları yerlere gittik, tanıştık. Onlar da “Bize hep böyle bakıyorlar” diyorlar. Bu hakkaniyet denilen şeyi, “Gerçekten öyle mi”yi sorgulamayı, önyargıları bir kenara atmayı hiç bırakmadık. Her halkın bir dramı var ve bu dramlar ortak.


Sanıyorum Feryal Öney bahsediyordu. Sizi dinleyenler arasında ülkücüler dahi varmış. “Hadi Kürtçe’yi anladım da, niye Ermenice söylüyorsunuz” diyorlarmış.

O yüzden Ermeni meselesi Kürt meselesinden çok daha zor. İşte orada “sıfırlar” daha da artıyor.


Sahne performanslarınız da farklı temalar içerebiliyor. Sanırım 6-7 Eylül’e gönderme yaptığınız bir dans performansınız olmuştu. Buna benzer çalışmalar yapma düşüncesi var mı ?

Evet, Tatavla şarkısı için yapmıştık. Tatavla Kurtuluş’un eski adı. Dans-müzik performansıyla, imgesel bir dille yaşananları vermeye çalıştık. Filistin meselesine dair “Yo-yo” diye bir şarkımız var, Gazze-Cizre buluşması diyebiliriz. Orada taş atan çocuklar kahraman oluyor, burada terorist oluyor ya, biraz bu ikiyüzlülüğü kırmayı amaçladık. Buna dair yine dans-müzik sergilememiz olmuştu. Bu sene Çıplak Ayaklar Kumpanyası ile bir dans gösterimiz de oldu.


Bu aralar sizi daha fazla televizyonda görmeye başladık. Hatta “Başımıza taş yağacak. Kardeş Türküler’i hiç bu kadar televizyonda görmemiştik” dediğimi hatırlıyorum.

Evet, bizim de “Kıyamet bu mu acaba ?” dediğimiz oldu.(Gülüşmeler). Bir rahatlama içine girildi. Bir barış havası oluşmaya başladı. Onun çok büyük bir katkısı var. İkinci etken de bizim 20. yılımıza dair etkinlikler.


Bir zamanlar Kardeş Türküler’in klibini yayınlayacak televizyon bulunamıyordu.

Öyleydi. Vizontele’yle birlikte bu biraz kırılmaya başladı. Ama aslında hep var Türkiye’de. Ulusal kanallar diyoruz ya, “ulusal” onlar hakikaten. “Kürtçe bir şey yayınlanacaksa gitsin TRT Şeş’te yayınlansın” deniliyor. Ortak yaşam alanlarında buluşmalardan korkmak, herkesin küçük cemaatlerinde yaşamasını beklemek… Üst kültür var, bir de altında “yavru kültürler” var.  “Size televizyon da verdik, daha ne istiyorsunuz” der gibi. Aslında ayrımcılık bu da. İstanbul’da yaşıyorum, burada yaşayan 9 milyon Kürt’ten bahsediliyor. Cemaatleşerek kendi kültürümü koruyamam ki…


Nasıl tepkiler geldi katıldığınız programlara?

Genel olarak çok sevindiler bu buluşmaya, halkların bir arada yaşayabileceğini şiar edinen insanlar çok seviniyorlar.


Pek olumsuz bir tepki ulaşmadı o zaman.

Kardeş Türküler’in Internet sitesi hacklendi. Böyle görünür olduğunuz zaman, bunlar oluyor. Hrant Dink’in durumu da buydu. “Bu ne cüret ?” diyenler var. Kardeş Türküler’i bilen biliyor ama televizyonda görününce düşmanlarınız da artıyor. Dediğim gibi, bu bir rehabilitasyon projesi. O ayrımcı dili hep birlikte inşallah kıracağız. Allah izin verirse (Gülüşmeler).


Sizin CNN Türk’te katıldığınız programla Türkiye ilk defa yılbaşına Kürtçe, Ermenice ve başka dillerde şarkılarla girdi. Hatta tam saat 12’de Ermenice söylendi sanırım. Nasıl gelişti bu yılbaşı gecesi programı ?

Bir takım baskılar var, tamam, ama aslında o kırmızı çizgiler bir yerden sonra insanları otosansüre itiyor. Çekiniyorlar. Oysa çok kültürlülüğü isteyen önemli sayıda insan var. Bu yüzden çok mutlu oldular. Sadece Kardeş Türküler’in müziğini değil, “Biz böyle bir memleketiz” tablosunu alkışladılar. Bu tablo belki ilk defa yılbaşında verildi ve insanların çok hoşuna gitti. Ondan sonra diğer kanallardan da davet geldi. O otosansürü kırmış oluyorsunuz. Bu tabii şu anda memleketin “olumlu havası”yla da ilgili. Yarın ne olur bilmiyoruz.


Yeni yıla nasıl girersek öyle devam eder derler. Türkiye bu meselelerde olumlu bir şekilde devam eder mi bu şarkılarla yeni yıla girdiğine göre ?

Ben umutluyum. Bu işin sonu yok. Yeter artık ölümler. Ama barışın yolları taştan. Taş koyanlar olacak. Umutlu olmak lazım.