Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Türkiye'den bakış
Gafur Türkay |
Gafur TürkayDiyarbakır Surp Giragos Kilisesi Yönetim Kurulu Üyesi |
Bu söyleşide Gafur Türkay, 1955 yılından önce çok sayıda Ermeninin yaşadığı Diyarbakır’ın tarihi şehir merkezinde yakın zamanda gerçekleşen yıkımlara değiniyor. Gafur Türkay bir kısmı 2011 yılında ibadete açılan ve bölgedeki Müslümanlaştırılmış Ermeniler topluluğu tarafından benimsenen ve çok sayıda ziyaretçi için güvenli liman olarak kabul edilen Ermeni Kilisesi Surp Giragos’un restorasyonunun önemine değiniyor. Artık yıkık dökük olan Gavur mahallesi yokoldu. İçi epeyce hasar görmüş olsa da Surp Giragos Kilisesi ise ayakta duruyor. Diyarbakır’ın yanı sıra bölgede Müslümanlaştırılmış Ermeniler konusu ile kimlik konularını ele alan Gafur Türkay, vaftiz olmaya karar veren birkaç Müslüman Ermeninin karşılaştıkları zorlukları da ifade ediyor.
Diyarbakır’da ve bölgede yaşayan Müslümanlaştırılmış Ermeniler kimliklerini nasıl tanımlarlar ?
Bunu çözebilmek için Müslüman Ermeniler kimdir, ona bakmak lazım. 1915 Ermeni soykırımından hasbelkader kurtulan, bugün üçüncü, dördüncü kuşak olan insanlardan söz ediyoruz. Bu insanlar kendilerine ait kültürü olan bir topluluk iken oradan koptular, dinleri değiştirildi, Müslümanlaştırıldılar, kendi dillerini yaşatacak bir zeminleri kalmadı ve başka dillerle yaşamlarını sürdürdüler. Bugün Müslüman Ermeniler dediğimiz insanlar üçüncü, dördüncü kuşaktır. Maalesef yüzyıldır asimilasyondan geçmiş oldular. Parçalanmışlık içinde, kendilerine ait olmayan bir yaşamı sürdürmek zorunda kaldı bu insanlar. Bugüne kadar yaşadıkları zorluklar yüzünden Ermeni kimliğini gizleme ihtiyacı duydular. Çünkü Ermenilik bu memlekette hep kötü anlamada, aşağılamak için kullanıldı. Kendi kimlikleriyle, kültürleriyle yaşama şansları olmadı. Bir kısmı bu “kötü” olan Ermenilik imajından sıyrılmak için bir Müslümanın yapacağı ibadetten çok daha fazlasını yaparak kendilerini kamufle etmeye çalıştı. Hep eziyet ve sıkıntı içinde yüzyıldır bu topraklarda Müslüman adı altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldılar.
Bu durum bir noktadan sonra değişmeye başladı mı ?
Tabii üç-dört kuşak asimilasyondan geçmiş bir insan topluluğundan bahsettiğinizde bir parça kabullenmişlik oluyor. O bahsettiğimiz kendilerine ait olmayan dine, dile, kültüre alışmışlık içinde hayata devam etmek zorunda kalınıyor. İster güzellikle, ister zorla başka bir kültür içinde yaşamayı kabullenmişken yüzyıl sonra dedelerinin kültürüne dönmeyi düşünmek çok kolay olmuyor. Ama şöyle bir gerçek var : bu insanlar kendilerini gizlemeye çalışırken Müslümanlar onlara kimliklerini unutturmadılar. Diyelim bir mahallede, bir Müslümanlaşmış Ermeni ile bir Müslüman anlaşmazlık yaşadığında Müslüman olan sırf karşısındakini ezmek için etnik kimliğini ona hatırlatır. Dolayısıyla bu kişiler hem Müslümanlaştı ve kültürlerinden koptu, hem de kendilerinin Ermeni olduğunu onlara hiç unutturulmadı. Şimdi Müslümanlık içinde Ermeniliğini kabullenen var, tamamen Müslümanlığa entegre olmuş olan var. Kimisi Ermeni olmaktan utanır hale gelmiş, Ermeniliğini konuşmuyor, bahsedildiğinde tepki gösteriyor. Ama biraz daha eğitim seviyesi yüksek, sol cenahtan olanlar arasında kendi gerçekliğiyle karşı karşıya gelen gruplar ortaya çıktı. Bu gruplar içinde kendi kimliklerine dönenler var, dönmek isteyenler var, ya da “Ben Müslümanım ama Ermeniyim” diyenler var. Yüzyıldır öyle bir asimilasyon süreci devam etmiş ki, paramparça olmuş kişi. Ermeni kimliğine dönenler çok mudur ? Bunu sordukları zaman “gölde bir damladır” diyorum.
Surp Giragos Kilisesi’nin 2011 yılında restore edilmesi, insanların gelip gidebileceği bir mekan olması neleri değiştirdi ?
Bu bölgede yüzyıl önce Ermenilere ait çok sayıda tarihi mekan vardı. Bu kültürel dokuyu tahribata uğratma anlamında da asimilasyon devam etti. Surp Giragos gibi Ermenilere ait bir yapıyı, bir dokuyu yerine koyduğunuz zaman bu durum Müslümanlaşmış Ermeniler nezdinde müthiş pozitif bir havaya yol açtı. İnsanlar çok gidip geldiler, sahiplendiler.
Kimlikleriyle ilgili bir arayış içinde olanların gidebilecekleri bir yer oldu. Restorasyon öncesinde hiç böyle bir mekan yoktu değil mi ?
Bölgenin tamamında ve Diyarbakır’da, kendilerinden bir parça bulacakları bir mekan yoktu, çok ciddi bir tahribat var o anlamda. Surp Giragos Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi. Geçmişte de ciddi bir misyonu olan bir mekandan bahsediyoruz. 1915’te Ermeni soykırımı sırasında Diyarbekır Ermenilerinin hepsi yok ediliyor. Çevre illerden kurtulabilenler Diyarbakır’da Surp Giragos’a sığınıyorlar. Dolayısıyla Surp Giragos sadece bir kilise değil. Ne zaman ki onarıldı insanlar çok geldiler ve sahip çıktılar.
Sizinle iletişime geçen, kiliseye gelip gidenlerin en çok hangi konularda ihtiyaçları, talepleri olduğunu gözlemliyordunuz ?
Oraya gelenler her şeyden önce bu yüzyıllık tahribata uğramış insanlardı ve orada kendilerini bulduklarını hissettik. Sohbetlerimizde biz şunu çok duyduk : “Ben burada kendimi çok huzurlu hissediyorum”. Bu cümlenin ne anlama geldiğini sorduğumuzda, bunu dini anlamda algılamadıklarını, orada kendilerini bulduklarını, kendilerine ait bir yer olduğunu, kendileriyle barıştıklarını söylüyorlardı. Kilisenin bir köşesine oturup ağlayan insanları gördüm. Niye ağladıklarımı sorduğumda “Dedem burada vaftiz olmuş, falanca burada evlenmiş” diye geçmişlerini, köklerini hatırlayarak orada kendi kendilerine hüzünlenenler vardı.
Surp Giragos’ta ayda bir kere kahvaltılar düzenlediğinizi hatırlıyorum.
Bazı Müslüman Ermeni arkadaşlar gelip ibadet yapmadıkları için bu sefer daha sosyal yönde etkinlikler yapıyorduk. Ayda bir kere insanlar bir araya geliyordu, kahvaltı sofrası kuruluyordu. Gelenler belki kilisede ayine katılmıyordu ama kahvaltıya geliyordu. Surp Giragos sadece kilise değildi. Piyano dinletisi yapıldı mesela. Neden piyano ? Geçmişte Diyarbakır Ermeni cemaati ayda bir kere piyano dinletisi yaparmış. Ve Surp Giragos’un 1915’teki demirbaş listesine baktığımızda kiliseye ait bir piyano olduğunu görüyoruz. Böyle geçmişi olan bir kilise olduğu için onu yaşatmak üzere piyano dinletileri yaptık. Yüzyıl önce toplumun sosyal ihtiyaçlarını da kiliseye taşımışlar. Biz de Müslümanlaştırılmış Ermenilerle bir araya gelmek suretiyle bunu yapmaya çalıştık, kahvaltılar, yemekler düzenledik.
Bölgenin tarihi ve kültürünün anlatıldığı geziler de düzenliyordunuz, ayrıca Ermenice dil kursu açmıştınız. Ama bunları etkinlikleri yaparken elinizde yeterli bilgi kaynağı olmadığından da bahsediyordunuz.
Takdir edersiniz ki biz de yüzyıldır o kültürden kopmuş insanlarız. O tahribat ve asimilasyon süreci öyle bir hale getirdi ki, bir taraftan bir şeyler yapmaya çalışıyorduk, bir taraftan da öğreniyorduk. Diyarbakır’da geçmişte çok sayıda ve lise düzeyine kadar eğitim veren Ermeni okulları varmış. Biz yüzyıl sonra Ermenice dil kursunu açtık Diyarbakır’da. Ermenice öğrenmeye çalıştık. Piknikler ve geziler yaptık. Örneğin Harput’a gittik. Niye Harput ? Gezi yapmak değildi dert, o mekanın geçmişle olan bağlantısını tartışmak, düşünmek anlamında gittik. Başka bir geziyi Çüngüş’e yaptık. Çüngüş’te, soykırım sırasında insanların katledildiği bir kanyonu ziyaret ettik. İki sene üst üste, her defasında yaklaşık 50 kişilik bir grupla, Ermenistan’a gidildi. Ermenistan’daki yapılarla, insanlarla tanışma, birebir görme fırsatını bulduk.
Bu etkinlikleri bu yönde talepler doğrultusunda mı oluşturdunuz ?
Taleplerden ziyade bizlerin ön ayak olmasıyla oldu. Talepler vardı, sohbetlerde varılan ortak noktalar da vardı. Ama daha çok yüzyıldır kendi kültüründen kopmuş insanlara ne katabiliriz, neler görüp okuyabilir, yaşayabilirler diyerek başladığımız çalışmalarda ortaya çıktı.
Bu çalışmalar 2015’in Eylül ayından beri durmuş durumda. Çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları sebebiyle kiliseye erişiminiz dahi yoktu yakın zamana kadar. Şu anki durumdan bahsedebilir misiniz ?
Geçen Ağustos’tan beri ne oraya doğru düzgün gidebildik, ne de bir çalışma yapabildik. En son 15 Ağustos 2015’te bir program öngörülmüştü, yapılamadı. Olaylar sebebiyle programa yurtdışından katılımcılar gelemediler, biz de iptal etmek zorunda kaldık. O günden sonra da bölgedeki durumdan dolayı herhangi bir etkinlik yapamadık. Uzun süre sokağa çıkma yasağı olan bir bölgeden bahsediyoruz ve Surp Giragos o bölgenin göbeğinde. Ben mesela 6 ay sonra kilisenin içine girebildim. Tabii orada çok ciddi bir şeyle karşılaştık. Şehir paramparça olmuş. Sokak kalmamış, mahalle kalmamış. Tamamen yıkılmış, evler, dükkanlar… Dümdüz bir alanla karşılaştık. Kilisenin dükkanları yıkılmış. Kilisenin ana gövdesinde, çatısında, çan kulesinde bir yıkım yok, sadece duvarını delmişler bir taraftan. Ama içinde çok büyük tahribat ve hasar var. Mesela hediyelik eşya sattığımız yer paramparça edilmiş. Kilisenin içindeki başka eşyalar, aksesuarlar, materyaller ya kırılmış, ya yerinde yok, ya da tahrip edilmiş. Kilisenin içi üs olarak kullanılmış, soba kurulmuş.
Kilise güvenlik güçleri tarafından mı üs olarak kullanılmış ?
Muhtemelen öyle, ama kim kullandı, kim tahrip etti, kapalı kutu olduğu için çok bilemiyoruz. Şu anda tamamen güvenlik güçlerinin kontrolünde.
Şu anda erişilebiliyor mu kiliseye ?
Halen geçiş yok. Biz özel bir izinle girebildik.
Mahallenin yok edilmesi sizde nasıl bir duygu uyandırıyor ?
Paramparça edildiğimiz duygusunu yaşıyoruz. Bu mahalle yüzyıl önce Ermenilerin yaşadığı, belki nüfusunun yüzde 95’inin Ermeni olduğu bir mekandı. Kilisenin restorasyonuyla o yaşam tarzı tekrar hatıralardan insanların bilincine çıkıyordu. Şu anda maalesef hiç bir şey yok. Kilise duruyor ama yıkılan evlerin hepsi taş Ermeni evleri. Mıgırdiç Margosyan’ın Gavur Mahallesi diye bir eseri vardır bu mahalleyle ilgili. Bir arkadaşımız bu olaylardan önce bizlere takılıyordu : “Gavuru gitti, mahallesi kalmış” diyordu. Gavuru gitmişti zaten, şimdi mahallesi de kalmamış. Yüzyıl önce insanlar yok edildi, şimdi mekanları da yok edildi.
Sur ilçesi için geçtiğimiz Mart ayında Resmi Gazete’de yayınlanan ve Surp Giragos Kilisesini de kapsayan kamulaştırma konusunda bir gelişme var mı ?
Kamulaştırmanın iptali ile ilgili müracaatlar yapıldı, mahkeme aşamasında. Çeşitli kurumlar müracaat etti, bizler de vakıf olarak müracaat ettik. Şu anda o mahkeme sonuçlanmış değil. Fiili anlamda da herhangi bir şey yapılmadı, şu anda öyle duruyor. Ancak bakanlar ve üst düzey yetkililerin Diyarbakır’a geldiklerinde şifahi olarak söyledikleri şu : mahalle onarılacak, kimse mağdur edilmeyecek diyorlar. Gerçi mahallede hiçbir şey kalmamış, ne yerine konur, o anlamda bilmiyoruz. Kilisenin kamulaştırılmayacağı şifahi olarak söylendi. Başbakan ve bakanlar Diyarbakır’a geldiklerinde “İbadet yerlerine el konulmaz, kamulaştırmayacağız” diyorlar.
Ama bu şifahi olarak verilen bir söz ve bağlayıcılığı yok, değil mi ?
Şifahi tabii. Hukuksal olarak tablo nettir. Acil kamulaştırma süreciyle el konulmuştur.
Biraz önce yıkıldığından bahsettiğiniz kilisenin mülkiyetindeki dükkanlar bazı kişilerin işgali altında olan, sizin geri almak için girişimlerde bulunduğunuz ya da bulunmayı düşündüğünüz yerlerdi. Şimdi geri almayı bırakın, varlıkları ortadan kalkmış durumda değil mi?
Zaten işgal altındaydı bu mülkler. Artık geri alacak bir şey de yok. Şu anda arazisi devletin mülkiyetine geçmiş oldu. Hükümetin söylediği o konuda bir mağduriyetin yaşanmayacağı. Ama ne yapılacak, henüz bilmiyoruz.
Ermeni kimliğine dönmek isteyenlerin arayışlarından bahsettik. Vaftiz olmak isteyenler, örneğin, ne gibi zorluklarla karşılaşıyorlar ?
Patrikhanenin talep ettiği bazı formaliteler ve dini ritüellere uymak gerekiyor. 6 aylık bir dini öğrenme süreci var. Ermenistan’da Patrikhane’ye danışarak iki vaftiz yaptık geçmişte. Patrikhane’nin bazı kuralları var. “Bizim bilgimizin dışında kimsenin gidip Ermenistan’da vaftiz olmasına gerek yok” diyor. “Talep varsa” diyor “biz burada gereğini yaparız”. Böyle bir talebi olan kişinin önce gidip kimliğinde din hanesini değiştirmesi, Hristiyan yazdırması gerekiyor. Eskiden mahkeme kararı gerekiyordu, artık nüfus idaresinde yapılabiliyor. Bu kurallar da normal. Patrikhane “Tanımadığım ve belki de Hristiyan olmayan birini niye vaftiz edeyim ki” diyor. Bu açıdan haklı. Ama diğer taraftan bazen bu talepte bulunan kişi dört kuşaktır Müslümanlaştırılmış Ermeni, herkes tarafından bu kimliği bilinen bir ailenin mensubu oluyor. Böyle bir kişi kimliğine dönmek istediğinde bazı formaliteleri yerine getirerek yapabiliyor.
Acaba sıkıntı dini inancın Türkiye’de özelde kalamamasından mı kaynaklanıyor ? Bir kişi “Kimliğimde din hanesini değiştirmeyeyim, ama özelimde Hristiyan olayım” diyemiyor Türkiye’de.
Eskiden kimliklerde din hanesinde “Ermeni” ya da “Süryani” diye yazıyordu. Şimdi onlar kaldırıldı, “Hristiyan” yazıyor. Patrikhane kendi açısından haklı, ama tabii yüzyıldır kimliğinden kopmuş insanlar için bu sıkıntılı bir süreç oluyor.
Kiliseye tekrar erişebilir ve faaliyetlerinize başlayabilirseniz yeniden Ermenice dil kursu gibi etkinlikler düzenlemeyi düşünüyor musunuz ? Ve bu konuda İstanbul’daki Ermeni kurumlarından destek alabiliyor musunuz ?
Muhtemelen tekrar düzenleyeceğiz. Dilimizi, kültürümüzü, her şeyimizi öğrenmek istiyoruz. Bu konunun iki boyutu var : biri ekenomik boyutu. Kurs düzenlemek maliyetli bir husus. Ama en sıkıntılı tarafı Diyarbakır’da ders verebilecek, ikamet edebilecek ya da gidip gelebilecek bir öğretmen bulmak. Bunu gidermekte zorlanıyoruz. Bu anlamda sıkıntı var. İstanbul’da büyüyen, yaşayan bir öğretmeni buraya getirmek zor. İstanbul’daki Ermeni okullarının da durumu ortada, öğretmen sayısı zaten az. Ama bu sıkıntılar vazgeçeceğiz anlamına gelmiyor. Tekrar derslere başlamak için çabalayacağız.