Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Türkiye'den bakış
Pınar Selek |
Pınar SelekFeminist, anti militarist ve çevreci sosyolog ve yazar |
Pınar Selek Türk kimliğinin Türkiye vatandaşlarına dayatılan bir ulus-devlet yaratısından ibaret olduğunu aktarıyor. Selek’e göre ezilen halkların kimlikleri için mücadele etmeleri normal ancak bu başka bir egemen kimliğin yaratılmasına yol açmamalı. Selek 80’li yıllardan bugüne Türkiye’deki protesto hareketleri ve izledikleri seyir ile Türkiye’de Ermeni kimliği ve sivil toplumdaki değişimde Hrant Dink ve Agos gazetesinin etkisine de değiniyor.
REPAIR: « Kimlik » kelimesi size ne ifade ediyor ?
Pınar Selek: Ne kadın olarak ne de etnik köken olarak kimlikçi değilim. Başka bir yaşam şekli kurmak için kimliklerden sıyrılma düşüncesini seviyorum. Elbette hepimizin kendi özellikleri, dili ve kültürü var ve onları korumak için direnmek iyi bir şey. Ama “kimlik” terimiyle konuşma alışkanlığım yok, eğer varlarsa kimlikler bence siyasi ve sosyal olarak inşa edilmiş şeylerdir. Erkeğin inşası ve patriarkal sistemin erkeği nasıl inşa ettiği üzerine bir kitap1 yazdım. Kitapta ilk bahsettiğim şey Türk kimliğinin nasıl yukarıdan, Türk kimliğini yaratmakla ve herkese dayatmakla mükellef ulus-devletin inşa ettiği bir şey olarak kurulduğudur.
Size göre kimlik yaratılan bir şey öyleyse…
Kadın ve erkek kimliği gibi. Öğrendiğimiz bir şey, herkesin içine girmesi gereken çerçeveler. Oysa hepimizin pek çok kimliği var ve bu çerçevelere sığamıyoruz. Kişisel olarak ben bu çerçevelerden çıkma taraftarıyım. Böylece siyasette ve hayatta bir öznelleştirme yaratmayı deniyorum ve bunun için bence özgürlük siyaseti yapmak için kimlikler tehlikeliler. Ama aynı zamanda etnik, milliyetçi ve patriarkal egemenlikler olduğunu ve ezilenlerin bunlara karşı çıktığını, sahip olmak istedikleri kimlikler için mücadele ettiklerini de kabul etmek gerek. Bu şekilde başka bir kimlik yaratıyorlar.
Bu o zaman sonu olmayan bir döngü mü ?
Örneğin Kürtler kendi ulus-devletlerini yaratmaktalar, dolayısıyla bir Kürt kimliği kuruyorlar. Başka devletlerin egemenliğinden kurtulmaları iyi bir şey ama önemli olan bunun nasıl bir seyir izleyeceği. Kürt ya da Türk olmak benim için çok önemli değil çünkü milliyetçilik yaratılması söz konusu. Aynı bölgelerde Türkçe, Kürtçe ya da Ermenice konuşulması ve farklılıkların olması elbette zenginlik ama devlet tarafından bir ulus yaratılması fikri beni korkutuyor.
Son kitabınızda2 Rum ve Abhaz-Adıge kökenleriniz olduğundan bahsediyorsunuz. Kendi kimliğinizi nasıl tanımlarsınız ?
Ailemde etnik kimlikten söz edilmezdi, tarih ya etnik kökenler konuşulmazdı, sadece sol ve İstanbullu bir kimliğimiz vardı. Bundan daha ötesini merak etmemiştik ve de facto egemen kimliğe dahil olmuştuk. Bu da bana kimlikleri reddetsek bile yine de içine girdiğimizi düşündürtüyor.
Belirli bir etnik kimliğe göre kendinizi tanımlamayı reddediyorsanız, sizde Türklüğe dair kalan nedir ?
Empoze edilen ve kabul etmediğim bir Türk kimliği var. Benim için kimlik dildir, kültürdür ama ondan daha fazlası değildir. Ama bir ulus-devlet tarafından yaratılan bu kimliğe girmek istemesem de bir dilim, bir mirasım var. Bu kültürün hoşuma giden olumlu yönlerini, şarkıları, şiiri, Türk, Kürt, Ermeni ve Rum yemekleri karışımı olan Anadolu mutfağını koruyorum. Ama sonuç olarak beni Türk kültürüne bağlayanlar şarkılar ve edebiyat. Genel olarak dil. Tek bir kimliğin içinde kendimi hapsolmuş hissetmiyorum, ama kendimi daha çok Türkçe konuşan bir Anadolulu ya da bir İstanbullu olarak görüyorum.
Aleviler, Kürtler, Müslümanlaştırılmış Ermeniler…çok sayıda topluluk Türkiye’de farklılıklarını ve kimliklerini ifade ediyor. Türkiye’de bir kimlik krizi var denebilir mi ?
Evet, bir kimlik krizi var çünkü ulus-devlet tarafından dayatılan kimlik sorgulanıyor ve bu durum yaklaşık otuz yıldır devam ediyor. Öncelikle Kürtler tarafından, ama feminist hareketlerin bunda büyük bir rol oynadıklarını unutmayalım çünkü kadınlar Türkiye Cumhuriyeti’nin onlara dayattığı sembolleri kabul etmediler. Toplumun pek çok katmanında bu egemen kimliğin sorgulayan hareketler oldu çünkü egemen kimlik hayatın tüm alanlarına dokunuyordu : nasıl giyinileceği, şapkanın nasıl takılacağı gibi… Tam bir inşa eylemiydi. Toplum harekete geçmeye başlayınca herkes bu kimliği kendince sorguladı. Bu mücadeleler bir araya geldi çünkü baskı karşısında farklı mücadeleler birleşir. Mücadeleler arasında etkileşim oldu ve her harekette yenilikler meydana geldi. Tüm bunlar kimliğin sorgulanmasına eklendi. Kürtlerden sonra Ermeniler, daha sonra da 90’lı yıllarda Aleviler harekete geçmeye başladı. Süryanilerin, Çingenelerin de örgütlendiğini gördük. Rumlar kendi gazetelerini kurdular…
Bu gelişmeyi nasıl açıklıyorsunuz ? Neden otuz yıl önce başladı sizce ?
1980 darbesinden önce Türk solu aktivizm alanına hakimdi ve her türlü etnik, cinsel ve diğer egemenlik sorunlarını devrim sonrasına erteliyordu. Toplumun tüm iç çatışmaları görünmez olmuştu. Ama darbe ve solun şiddetli yenilgisi sırasında eski aktivistler kendi aralarında tartışmaya başladılar ve bu başka bir süreci başlattı, bir tartışma alanı yarattı. Bu alandan feministler, Kürtler çıktılar… Bu alanda daha önce görülmemiş pek çok yeni mücadele hayata geçti ve önemli protesto hareketlerine dönüştü.
Bazı kişiler kendilerini Türk olarak değil, Türkiyeli olarak tanımlamayı tercih ediyor.
Bu kimlik krizde olduğu için aktivist, entelektüel ya da genel olarak ilerici kişiler kendilerini Türk olarak tanımlamıyor. Çünkü “Türk” kelimesi dayatılan bir kelime. Bu sebeple Türkiyeli deniyor. Bir milletle kendini tanımlamak, onunla özdeşleşmek istenmiyor, bir ülke ya da vatandaşlıkla bunun yapılması isteniyor. Şimdi bir ülkeyle dahi değil, bir bölgeyle kendini tanımlamak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin doğusu için Türkler Türkiye derken Kürtler Kürdistan, Ermeniler Ermenistan diyor… Yakında belki de sadece Anadolu ya da Mezopotamya deriz, kim bilir ?
Türk olmak nedir nihai olarak ?
Pek çok tanım ve anlam var. Ama Türk kimliğinin Müslüman olmayanların imhasının –Ermeni soykırımı, Rumların katli ve göç ettirilmesi vs- ve Balkanlar ve Kafkasların Müslüman topluluklarının Anadolu’ya yerleştirilmesi üzerinde inşa edildiğini söylemek çok önemli… Onlara şu dendi : “Hepiniz Türksünüz. Ne mutlu Türküm diyene”.
Diasporada yaşayan başka ülkelerin vatandaşları gibi Türkler de kendi ülkelerinden ve Türk kimliğinden çok gurur duyuyor gibi görünüyorlar. Sıklıkla vatandaşlıkları olsa da Fransız ya da Alman olarak tanımlamadan önce Türk olarak tanımlıyorlar. Neden ?
“Sürünerek erkek olmak”ı yazdım çünkü erkeklerin neden bu kadar kibirli olduklarını, erkek olduklarını, erkek olmaktan gurur duyduklarını tekrar ettiklerini soruyordum kendime. Sonra çocukluktan itibaren, okullarda nasıl yetiştiklerini, “erkek adamsın” diyerek nasıl omuzlarına vurulduğunu görmeye başladım. Türk olmak da öğreniliyor. Çocukluktan itibaren Türk kuvvetlidir, şöyledir, böyledir, askerdir… Tüm uluslarda bir efsane, bir hayali inşa vardır. Bu insanlar Avrupa’ya gidince, dışlanma ve yoksulluğa maruz kalınca, sürekli aşağılanınca tek tutunabilecekleri şey bu oluyor. Bu güvene ve kendilerine saygıya ihtiyaçları var ve öğrendiklerini keskinleştiriyorlar.
Son kitabınızın başında Türkiye’de tarih, coğrafya, milli güvenlik ve edebiyat öğretmenlerinin en milliyetçiler arasından seçildiklerini anlatıyorsunuz. Neden ? Öğrenciler üzerinde nasıl bir etkisi var bu seçimin ?
Sivil toplumun ve bu duruma karşı çıkan öğretmenlerin harekete geçmesiyle pek çok değişiklik oldu. Ancak yine de eğitimde kullanılan metinler hala milliyetçiler. Onları değiştirmek gerek. Devlet için en önemli mekanizmalardan biridir eğitim. Toplumda hegemonya kuran, devletin düşüncelerini insanların zihnine ve bedenine kazımaya çalışan ideolojik bir mekanizma söz konusudur. Bu belki anlamsız gibi gelebilir, ama size bir şey sürekli tekrarlanırsa ona alışırsınız. Bir aşama var ki artık o dayatılan tekrar görülmez, hissedilmez hale gelinir çünkü ona sadece alışılmıştır.
Siz de bu duyguyu yaşadınız mı ?
Kişisel olarak şanslıydım, çünkü muhalif bir aileden geliyordum. Babam hapisteydi ve en başından beri her şeyi sorguluyordum. Buna rağmen alışılıyor. Hayatta insanlarla tanışana kadar Ermenilerden olumsuz bir şekilde söz edilmesine alıştırıyorlar bizi. Muhalif de olsanız, alışıyorsunuz. Ya da daha çok adapte oluyorsunuz. Türkiye’de Ermeniler bile bu duruma alışkınlar, bu ezilenlerin psikolojisine dahil bir şey. Muhalefette aynı söylemin biraz farklı bir şekliyle karşılaşınca aktivistlerin formatlanmış olduğunu anladım. Eğitimi eleştirseler de eleştirileri tüm bunları aşmalarına yetecek kadar derin değildi.
Tüm bunları aşmak için ne yapmalı ?
Başkalarının deneyimlerini dinlemenin ve düşünmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Düşünce önemlidir. Bazen şiddet her türlü düşünme imkânını ortadan kaldırır. Ama bağlar bulmak ve her şeyi, normal gözükebilecekleri dahi sorgulamak gerekir En önemli olan budur.
AKP’nin iktidara gelişi Türk kimliğinin tanımlanmasında bir değişiklik yarattı mı ?
AKP Batılı, modern Türk Kemalist modelini değiştirmeye çalışıyor. Daha geleneksel, daha liberal ve daha muhafazakâr yeni bir Türk kimliği yaratmayı deniyor. Sadece etnik olarak değil, ekonomik anlamda da. Neo-muhafazakâr ve neoliberal bir siyasi hareket bu. İslam öne çıkarılsa da öncelikle neo-muhafazakâr bir hareket. Bu kimliği yeni bağlama ve yeni kapitalist ihtiyaçlara uyarlamaya çalışıyorlar. Ve işe yarıyor. Sadece onlara karşı saldırılar daha büyük hale geliyor. Muhalif hareketler egemen devlet kimliği için bir engel olmayı gitgide daha iyi başarıyorlar.
Bu süreçte Erdoğan’ın rolü nedir ?
Ondan çok bahsediliyor ama ondan daha önce hükümet kuranlardan daha kötü olduğunu sanmıyorum. Kaba ve provokatör bir yönü var, uzun süredir aktivizm yürüten bir feminist olarak size aynı problemleri başka hükümetlerle yaşadığımızı söyleyebilirim. O hükümetler çok milliyetçiydiler, gerçekten. Aynı çizginin devam ettiğini düşünüyorum, ama dediğim gibi Erdoğan yeni bir kimlik oluşturmaya çalışıyor çünkü Türkiye uzun süre önce Osmanlı İmparatorluğu’nun oynadığı rolü oynamaya çalışıyor. İktidarda olanlar bunu ulus-devletle yapamayacaklarını anladılar ve başka tür bir devlet yapısına ihtiyaçları var.
Beni ilgilendiren hükümetler değil, sokaklarda neler olduğu. Taksim’de gösteriler bittiğinde herkes bunun hareketin sonu olduğunu söyledi, ben öyle düşünmedim. Bu hareketleri yaratan dinamikler devam ediyor, kendilerini elbette korudular, başka örgütlenme biçimleri yarattılar. Çoğul ve karmaşık kimlik ve ideolojiye sahip yeni bir muhalefet ortak değerler yaratmaya başladı. Bu değişim toplumun çeşitli katmanlarına dokunabilecek hareketleri güçlendiriyor. Her şeyden önce insanların bu hareketlere inandıklarını ve bunun da onlara devam etmek için umut verdiğini görüyorum.
Türkiyeli Ermenilerde bir değişim görüyor musunuz ?
90’lı yıllardan itibaren Ermeniler Türkiye’de ülkenin başka muhalif hareketleriyle önemli bir diyalog kurarak harekete geçmeye başladılar. Bu muhalefetin kimliğinde değişikliklere yol açtı. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra Ermeniler politize oldular ve başka bir yaşam ve muhalefet şeklini yaratıyorlar. Hrant Dink sınırları aştığı için öldürüldü. İnsanları sindirmek için bir örnek olsun istendi. Ama şaşırtıcı olan korku yerine örgütlenme ve önemli bir sosyal hareket yarattı, şimdi insanlar kabullenilmiş sınırları, kırmızı çizgileri aşmaya devam ediyor. Çok sayıda kişi soykırımdan bahsediyor, daha ileri gitmek ve daha fazla şey öğrenmek istiyor. Türkiye’de sıklıkla bir değişimden söz ediliyor ama gördüğüm siyasetin yapısal dönüşümü değil, daha çok aktivizm alanının ve sivil toplumun önceden yürütülen mücadeleler sayesinde mümkün olan değişimi.
Ermeni diasporası ne durumda ?
Diasporada imkânlar çok farklı. Aynı baskılar yok. İnsanlar fikirleri ya da söylemleri yüzünden sıkıntı yaşama riskiyle karşı karşıya değiller. Bu sebeple hapse atılmıyorlar. Başka türlü bir siyaset yapma imkânını doğuran farklı zorluklar ve imkânlar var. Başka siyasi ya da teorik esin kaynakları geliştirilmiş. Diaspora taleplerinde daha ileri gidebilmiş. Türkiye’de o dönemde önde olan uzlaşmaydı, diasporada ise telafiler ve tazminatlar. Şimdi Türkiye’de telafiler ve tazminatlardan bahsediliyor ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki başka muhalif hareketlerle bir diyalog kurulmaya başlanıyor, telafiler için birlikte mücadele etmeyi deniyoruz. Mücadelede insan kendini var eder.
Türk kimliğinin değişiminde Hrant Dink’in rolü neydi ?
Dink ve yanındaki kişiler Türkiye’de çok önemli bir iş yaptılar. Bağlamı incelediler ve çıkmazları aşmak için yöntemler geliştirdiler. Öncelikle yapıcı eleştirilerle başka mücadelelerle birliktelikler yarattılar. Hrant Dink herkesi ve her şeyi eleştirirdi ama öncelikle bunu bir Ermeni olarak yapardı. İlk yöntemi başka hareketlerle birlikte mücadele etmek oldu çünkü birlikte daha güçlüsünüzdür. Yalnız kalmamak gerektiğini anlamıştı. İkinci olarak başka bir düşünce şekli geliştirmişti : “soykırım” demiyor ama “Ermeniler nerede ?” diyordu, böylece Müslümanlaştırılmış Ermenilerin varlığını başka bir şekilde ortaya koyuyordu. Yavaş yavaş herkes bu konudan bahsetmeye başladı. Hrant Dink Ermeni olarak mücadele yürütülebileceğini gösterdi. Türkiye’de, bir Ermeni olarak. Bunu eklemek çok önemli. Anonim olmaktan çıkıp “Türkiye’de bir Ermeniyim” demek bu özel bağlamda her şeyi değiştirir ve sosyal düzeni alt üst eder. Hrant Dink bunu yapmayı başardı.
Agos gazetesi de bu konuda bir rol oynadı mı ?
Agos bir karşılaşma yeriydi ama Hrant’ın ölümünden sonra ölçeği değişti. İnşa ettiği her şey, kurduğu tüm bağlar ölümünden hemen sonra kendini gösterdi. Pek çok Ermeni ya da Ermeni meselesi etrafında oluşan grup Agos’un etrafında toplandı. Bu nitelikteki değişimlerde duygusal boyut önemlidir. Hrant’ın ölümünden sonra oluşan örgütlülük Taksim eylemlerinin de bence hazırlığı oldu. Bu eylemler gökten zembille inmedi, aynı örgütlenme şekilleri Hrant Dink için düzenlenen anmalarda kullanılmıştı. Bu değişimler çok önemlidir. İnsanlar artık soykırımdan, ailelerinden bahsetmeye cesaret edebiliyor. Geriye dönülemez artık. Ama daha yapılacak çok şey var. İlerlemeleri abartmamak lazım. Türkiye’de mücadele alanının dönüşümü önemli ama bazı şeyleri sadece bununla değiştirebilir miyiz ? Hayır. Dayanışma ve uluslararası baskı gerekli. Ermenilerin çoğunun topraklarından koparıldığını unutmamak gerek. Türkiye’de 60-70 bin, diasporada milyonlarca Ermeni var. Telafi meselesi sadece Türkiyeli, diasporalı ya da Ermenistanlı Ermenilerin meselesi değil. Bu aynı zamanda Türklerin ve insanlığın meselesi çünkü soykırım insanlığa karşı bir suç. Dolayısıyla birlikte düşünmek gerekli.
Fransa’da diasporadan Ermenileri tanıyorsunuz. Onları nasıl gözlemliyorsunuz ?Onlardan neler öğrendiniz ?
Homojen bir Ermeni toplumu yok. Ama Türkiye’den gelen biri olarak diaspora ile ilgili önyargılarım vardı. Kapalı bir Ermeni kimliğinin içinde kaldığını, başka hiçbir şeyden bahsetmediğini sanıyordum.. Şimdi diasporada ve Türkiye’de Ermeni örgütlenmeleri ve talepleri üzerine yürüttüğüm araştırmalar sayesinde çok sayıda öykü ve insan hayatı dinledim ve çok şey öğrendim. Bu tanımadığım insanların farklı deneyimleri ve zorluklarını görüyorum. Önyargılarını hep sorgulamak gerektiğini anladım ve Ermeni diasporası bana önceden bildiklerimle ilgili bir sürü soru sormayı öğretti.
1. Service militaire en Turquie et construction de la classe de sexe dominante - Devenir homme en rampant, L’Harmattan, 2014
2. Parce qu’ils sont Arméniens, Liana Levi, Şubat 2015