Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Türkiye'den bakış Türkiye'de Ermeni soykırımının tanınması nasıl anlaşılıyor ? Burçin Gerçek |
Burçin GerçekGazeteci |
Türkiye toplumunun 1915'e dair bilinçlenmesine yönelik çok sayıda girişime ve devletin özür dilemesi çağrılarına karşın soykırımdan yüz yıl sonra adaletin nasıl sağlanabileceğine yönelik daha derinlikli bir fikir yürütme Türkiye'de henüz hayata geçmeyi bekliyor.
Ermeni soykırımının yüzüncü yılı yaklaşırken Türkiye'de sivil toplum ve devletin tavrı soykırım kelimesini telaffuz dahi etmenin tabu olduğu yıllardan çok farklı bir durumda. Bu konudaki girişimler ve etkinlikler Türkiye'de çok sınırlı bir çevre tarafından izlense de soykırımın Türkiye tarafından tanınmasının ütopya sayıldığı bir dönemde değiliz artık. Ancak Türkiye'de farklı kesimler "tanıma" kavramına farklı anlamlar yüklüyorlar ve bu anlam Ermenistan ya da diaspora Ermenileri'nin tahayyül ettiğinden çok farklı olabiliyor.
Toplumun farkındalığı ve 1915'le yüzleşme
Türkiye'de Ermeni soykırımı tabusunu kırmak için girişimlerin çok nadir olduğu ve Türkçe'de bu konuya dair kaynakların Taner Akçam'ın çalışmaları ve Ragıp Zarakolu'nun yayınlarıyla sınırlı kaldığı yıllarda Türkiyeli entellektüellerin bir kesiminin önceliği 1915'te ne olduğuna dair on yıllar boyunca karanlıkta bırakılmış toplumun bu konuda bilinçlenmesiydi. Bu dönemde beklenen "tanıma" toplumun tanımasıydı, resmi tanımadan pek söz edilmiyordu, tazminat ve telafiler ise hiç gündemde yoktu. Türkiye'de ve yurtdışında yayınlanan yazıları ve katıldıkları konferanslarda bazı entellektüeller soykırım kelimesinin Türkiye'de bu konuya dair bir farkındalik yaratılmasına bir engel oluşturabileceğini, resmi tanıma talepleri için ise henüz erken olduğunu dile getiriyorlardı.
Hrant Dink'in yaklaşımı bu akımdan biraz farklılık gösteriyordu. Türk toplumunun bu konuda bilinçlenmesinin önemine ve vicdanlara seslenmek için yeni bir dil kurmak gerekliliğine gönülden inanmakla birlikte, Hrant Dink sözlerini sakınmıyor ve soykırım kelimesini kullanmaktan kaçınmıyordu. Ancak Türkiye'nin ya da başka ülkelerin soykırımı tanıması yönündeki girişimlere odaklanmayı da reddediyordu. 2004 yılında Nokta dergisine verdiği bir röportajda "Sizin tarihiniz Türkler kabul edince mi gerçek olacak? Benim tarihimden şüphem yok. Soykırımın tanınması,tanınmaması gibi sorunum yok. Bu insan haklarına bakış açısıyla ilgili bir sorun, bir vicdan sorunu. Benim sorunum değil, ben tarihte başımıza ne geldiğini çok iyi biliyorum", diyordu.
Hrant Dink'in 2007'de öldürülmesinden sonra 1915 ve soykırımın tanınması tartışmaları Türkiye'de farklı bir yolda ilerlemeye başladı. Mart 2007'de Dur De (Iırkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De) girişimi kuruldu. Üç yıl sonra Dur De Taksim meydanında ilk 24 Nisan anmasını düzenleyecekti. Ama daha önce Ali Bayramoğlu, Cengiz Aktar ve Ahmet İnsel tarafından başlatılan ve pek çok entellektüelin desteklediği "Özür diliyorum" imza kampanyası hayata geçti. Türkiye'de bu konuda geniş bir tartışmayı sağlayan kampanya toplumun bilinçlenmesini öncelik olarak gören bir çizgideydi. Kampanya metni bireysel bir özür ve "duygu ve acıları" paylaşma üzerine kuruluydu. Devletin bu yönde bir adım atması gerekliliğine dair bir cümle içermiyordu.
2010 yılında Taksimn meydanında Dur De tarafından düzenlenen ilk 24 Nisan anması da bu konudaki tabuyu kırmakla birlikte aynı çizgiyi izliyordu. Anma çağrısı "büyük felaket"ten ve "büyük acıyı yüreğinde hissetmek"ten söz ediyor, resmi bir tanıma talebinde bulunmuyordu.
Devletin tanımasına yönelik talepler
Meydanlardaki anmalardan önce İnsan Hakları Derneği (İHD) 2005'ten itibaren daha sınırlı çevrelerin katılımıyla kapalı mekanlarda 24 Nisan anmaları düzenlemeye başlamıştı. İHD'den Ayşe Günaysu "2005'te ilk eylemlerimizden itibaren devletin soykırımı tanımasını talep ettik" diye belirtiyor. 2014'te Dur De ve İHD'nin o güne kadar ayrı düzenlenen anmaları birleşti ve devletin soykırımı tanıması talebi de çağrı metninde yer aldı.
Bu sürecin yanısıra Anadolu Kültür, Heinrich Böll ve Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin aralarında olduğu çok sayıda dernek ve vakıf Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi, kamuoyunun azınlık haklarına yönelik duyarlılığının artttırılması ve Türkiye toplumunun Ermeni soykırımına dair daha fazla bilgilenmesine yönelik projeler geliştirdiler. Bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları tarafından çok sayıda kültürel etkinlik, konferans, sergi ya da gençlerle atölyeler düzenlendi.
1915'in daha iyi anlaşılmasına yönelik etkinlikleri ile Hrant Dink vakfı da bu alanda vazgeçilmez aktörlerden biri oldu. Bu etkinliklerin önde gelen amacı Ermeni soykırımı tabusunu yıkmadan mümkün olmayacak olan Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sağlamaktı. Bazı aktörler için 1915'i Türkiye'de daha geniş kesimler tarafından bilinir kılmak dönem dönem Kürtlerin, Alevilerin, Müslüman olmayanların ve her türlü muhalefetin içinde dahil edilebildiği "iç düşmanlar"a karşı işlenen suçlara ilişkin hesap vermezlik prensibine dayanan bir devlet sisteminin temellerini sorgulamayı mümkün kılıyordu.
Devlet şiddetinin Ermenileri hedef aldıktan sonra kendilerine yöneldiği değerlendirmesinde bulunan Kürt hareketi de, BDP-HDP ve parti yönetimindeki belediyeleriyle birlikte geçmişle yüzleşme ve Ermeni soykırımının devlet tarafından tanınması çağrısında bulunan ilk kurumlar arasında yer aldı. Diyarbakır'daki Sur Belediyesi bir "Ortak vicdan" anıtının açılışını yaptı. 24 Nisan 2014'te Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Fransız-Ermeni sivil toplum kuruluşu Yerkir Europe ile birlikte "99 - Sürgün portreleri : Ermeni soykırımından hayatta kalan 99 kişinin fotoğrafları" sergisini düzenledi.
Kendisini sol çizgide ya da liberal olarak tanımlayan çok sayıda entellektüel, akademisyen, araştırmacı ya da aktivist günümüzde devlet katında ifade edilmesi gereken bir özür ve tanımanın gerekliliğine dair makaleler yazıyorlar. Ama çok azı bu çalışmalarda tanımanın anlamı ve soykırım kurbanlarının torunlarının adalet talebine nasıl cevap verilebileceğini ele alıyor. Tazminat ve telafilerin hangi şekillerde olabilecekleri ise sadece bir avuç aktivist ya da entellektüel tarafından dile getiriliyor.
AKP'ye yakın olarak bilinen çevrelerde ise yaklaşımlar farklılık gösteriyor ve kimi durumlarda hükümetin tutumundan çok uzak öneriler içerebiliyor. Nisan 2014'te yayınlanan "taziye" mesajının gösterdiği gibi, hükümet bir süredir "ortak acılar" ve eski Dışişleri Bakanı ve şimdinin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından ortaya atılan "adil hafıza" kavramlarına dayanan bir yaklaşımı benimsiyor. Elbette hükümet için soykırım kelimesini telaffuz etmek ya da resmi bir tanıma şu anda gündemde değil. Bu çerçevede AKP'ye yakın köşe yazarları tarafından Erdoğan'ın 24 Nisan taziyesi bir "devrim" ve Ermenilerin taleplerine bir cevap olarak sunuldu. Ancak Hakan Albayrak ya da Rasim Ozan Kütahyalı gibi bazı hükümete yakın köşe yazarları daha ileri giderek "1915’te masum Ermenilere yapılan soykırım derecesindeki fenalıklar için" resmi bir özür dilenmesi gerektiğini yazdılar ve hatta olası tazminatlardan söz ettiler. Albayrak'a göre "belki 5-10 milyar dolar civarında" bir tazminatın ödenmesiyle "Türkiye bir anda kuş gibi hafifleyecek" ve "Dünya çapındaki soykırım endüstrisi bir anda çökecektir". Bu satırlar akla ister istemez Roboski'de 33 kişinin canına mal olan bombalamadan dolayı özür dilemeyi reddeden ve tüm kibriyle "Allah aşkına tazminatsa tazminat... Daha ne istiyorlar ?" diyen Erdoğan'ın sözlerini getiriyor.
1915'te yaşananları inkar etmemekle birlikte tanıma ya da özür dilemeye bir alternatif bulmaya çalışan ve muhafazakar çevrelerin geliştirdiği başka bir yaklaşım ise "Helalleşme" çağrısı oldu. (Bu konuda daha detaylı bilgi için Yetvart Danzikyan'ın "Özür, yüzleşme, yas" makalesine bakılabilir).
Adalet talepleri ve tazminatlar
1915'te yaşananlara dair toplumun bilinçlenmesinde kat edilen ilerlemeye ve devletin tanıması ve özür dilemesine yönelik tartışmalara rağmen tazminatlar ve adalet talepleri üzerinde çalışanların sayısı son derece az. Tazminat talebi 2011'den beri İnsan Hakları Derneği'nin bu konuda düzenlediği etkinliklerde dile getiriliyor. Taner Akçam, Ümit Kurt, Mehmet Polatel, Sait Çetinoğlu ve Nevzat Onaran soykırım sırasında ve sonrasında Ermenilerin mülklerinin gaspedilmesi üzerine çalışan ender araştırmacılar arasında yer alıyor. Hükümet tarafından gelen tek "telafi" önerisi ise soykırım kurbanlarının torunlarına vatandaşlık ve ülkeye geri dönüş hakkı tanınması oldu.
24 Nisan 2014'te Ankara'da İHD, Dur De, Ankara Düşünceye Özgürlük girişimi, ÇHD Ankara Şube, HDP, BDP, ve ÖSP’nin düzenlediği anmada tazminat konusu da dahil olmak üzere daha net taleplerde bulunuldu. İmzacıları arasında araştırmacı Sait Çetinoğlu ve Temel Demirer'in de bulunduğu anma çağrısında şu talepler dile getirildi :
- Ermeni soykırımının inkârına son verilsin.
- Özür dilensin.
- Soykırım mağdurlarının vatandaşlık hakları iade edilsin, gasp edilmiş, el konulmuş bütün maddi zenginlikleri iade ya da tazmin edilsin.
- Soykırım suçu işleyen faillerin isimleri okul, bulvar, cadde, meydan, sokak vb. bütün kamusal alanlardan temizlensin.
- Kamusal mekânlara soykırım kurbanlarının adı verilsin.
- Okullardan, eğitim programlarından, kitle iletişim araçlarından ve çeşitli Devlet kurumları aracılığıyla yapılan bütün dezenformasyon çalışmaları iptal edilsin,
- Soykırımın inkârı “nefret suçu” olarak kabul edilsin.
Resmi tanıma ve tazminatlar konusunun 2015'te ayrı olarak düzenlenecek Dur De ve İHD'nin 24 Nisan anmalarında ifade edilmesi bekleniyor. Bu eylemlere ve olası tazminat biçimlerine dair henüz başlangıç aşamasındaki tartışmaya rağmen soykırımdan yüz yıl sonra adaletin nasıl sağlanabileceğine yönelik daha derinlikli bir fikir yürütme Türkiye'de henüz hayata geçmeyi bekliyor.