Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Ermenistan'dan bakış
2015 : Türkiye ve Ermenistan arasında hangi siyasi çözümler ? Vahram Ter-Matevosyan |
Vahram Ter-MatevosyanDoktor. Araştırma merkezi kıdemli üyesi, Ermenistan Cumhuriyeti Milli Bilimler Akademisi, Doğu Bilimi Enstitüsü |
Vahram Ter Matevosyan'a göre dondurulmuş olan Türkiye-Ermenistan ilişkileri iki ülkenin sivil toplumlarının diyaloğu ile kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmalarına engel değil. İki soru gündemde : nasıl ilerlemeli ? İmzalanan ama parlementolarda onaylanmayan protokolleri ne yapmalı ? Cevap Türkiye ve Ermenistan'ın söylemlerini değiştirmelerinde aranabilir. Bu değişim hem iki ülkenin kamuoyu hem de uluslararası toplum tarafından beklenen bir gelişmedir.
İki düzeyde ilişkiler
Ermenistan ile Türkiye arasında resmi ilişkilerin kurulması konusunda çok şey söylenmiş, oldukça kapsamlı ve derinlikli çözümlemeler yapılmış ve çok sayıda öneriler sunulmuştur. Sanki artık söylenecek bir şey kalmamış gibi, ancak bu kaçamak ve edilgen bir yaklaşımdır. Henüz ilişkiler bir düzene sokulmamış ve Ermeni- Türk sınırı resmen açılmamışken sürekli olarak mevcut engelleri düşünüp yeni yeni çözümler biriktirmek gerekiyor. Resmi olarak Türk-Ermeni ilişkilerinde hiç bir şey değişmemiş olsa da o bölgenin her an değiştiğini görmekte fayda var. Bu durum, devam eden süreci iyi takip etmeyi ve yeni gelişebilecek benzeri olgular için hazırda çözümlere sahip olmayı gerektirmektedir. Türk-Ermeni ilişkileri son derece önemlidir, dolayısıyla ikincil öneme haiz süreç veya olaylara iliştirilmemesi için azami gayreti göstermek gerekir.
Türk-Ermeni ilişkileri hakkında konuşurken devletlerarası resmi ilişkileri ve halkların kendi aralarında kurduğu ilişkileri birbirinden ayırmak şarttır. Bu ayrıştırma aynı zamanda algı farklılıklarını da kapsamaktadır. Her ne kadar Türk ve Ermeni devletleri arasındaki ilişkilerde bir ilerleme yok, resmi görüşmeler sıfıra yakın ise de iki ülkenin halkları birbiriyle temas halinde olmayı sürdürmektedirler. Birlikte birtakım projeler gerçekleştiriyorlar, ticari faaliyetlerde bulunup, alışveriş yapıyorlar, karşılıklı ziyaretler, ortak gösteri ve sergiler düzenliyorlar. Başka bir deyişle resmi ilişkilerin yürürlüğe girmesi dışında her şey ilerleme kaydetmektedir.
Son aylarda resmi ilişkiler alanında belirgin adımlar atılmıştır, bunlar sanki ilişkilerin gelişmesi için verimli bir zemin hazırlığını niteler gibidir. Önce, Türkiye Başbakanı 23 Nisan günü taziye mesajıyla ortaya çıkıp, Soykırım konusunda Türk toplumunun yaklaşımını belirleyecek yeni yol haritasını açıklamış oldu. Bir ay sonra 27 Mayıs günü Ermenistan Cumhuriyeti Devlet Başkanı sözlü olarak yaptığı açıklamayla Türkiye’nin geleceğin cumhurbaşkanını 24 Nisan 2015 günü “ Ermeni Soykırımı tarihinin somut kanıtlarıyla yüzleşmek” adına Ermenistan’a davet etti. 13 Ağustos’ta ise Ermenistan Devlet Başkanı, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı seçimlerinin galibi Erdoğan’ı tebrik ederek onun, “Herhangi bir ön şart olmadan karşılıklı anlaşmanın sağlanması” için gayret göstereceği konusunda umut beslediğini belirtti.
Türkiye, Erdoğan’ın yemin törenine katılmak üzere Ermenistan’a resmi bir davet gönderdi, Ermenistan bu törene dışişleri bakanlığı düzeyinde katıldı. Nalbandyan Ankara’dayken, Erdoğan ile kısa bir görüşme yaptı ve onu 24 Nisan 2015’te Ermenistan’a çağıran resmi daveti iletti. Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı ise bu daveti bilgi amaçlı olarak kabul etti. Ermenistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının çizdiği tabloya bakarak Erdoğan’ın kendi yemin törenine Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın katılmasını olumlu karşıladığına hükmedebiliriz. Ancak, tüm bu gelişmelere rağmen Ankara ziyaretinden birkaç gün sonra Ermenistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Fransız “Le Figaro” gazetesinde Türk Hükümeti ve soykırım konusunda geliştirdiği politikasına yönelik eleştirel bir makale yayınlar,. Bu makale, Mayıs ayında Ahmet Davutoğlu tarafından kaleme alınan makaleye cevap niteliğindedir. Birkaç hafta sonra da 24 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Ermenistan Devlet Başkanı Türk Hükümetini ağır bir şekilde eleştirerek “cehennemin dibine” havale eder. Pek tabii, çoğu kişi “cehennemin dibi” ifadesi üzerinde yoğunlaşıp bunu ya abartılı bir takdirle karşılamayı veya bu ifadeden menfaat elde etmeyi denedi. Gerçekte bu son konuşmayı, Serj Sarkisyan’ın daha önce BM’de yaptığı iki konuşma ile karşılaştıracak olursak değişken değerlendirme ölçütleriyle hareket etmemiz gerektiğini anlarız ve öncelikle insani ölçütlerle bakacak olursak Ermenistan Devlet Başkanının bu duygu patlamasının sebebini anlarız. 2008 yılında Serj Sarkisyan’ın BM konuşması oldukça iyimserdi, zaten Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan ziyaretinin üzerinden henüz birkaç gün geçmişti, 2001 yılında yaptığı konuşma ise beklenti doluydu, imkânları zorlamak için hala bir ümidin var olduğunu düşünüyordu. Oysa bu son konuşma açıkça tenkit doluydu ve bu durum sıradan biri için doğal olsa da, o kürsüde başkanlık düzeyinde henüz yaşanmış bir şey değildi.
Kritik sorular
İki ülke arasında ilişkilerin geliştirilmesine yönelik (protokoller Ç.N.) sürecin dondurulması tam olarak bört buçuk yıl önce 22 Nisan 2010’da, Ermenistan Cumhuriyeti Devlet Başkanı Serj Sarkisyan tarafından, “ilişkilerin normalleşmesine dair mevcut süreç tükenmiştir ” sözleriyle ilan edildi. Türk tarafının, ön koşulsuz ve makul bir süre içersinde protokollerin onaylanmaması üzerine Ermenistan bu adımı atmak zorunda kalmıştı. Dolayısıyla Nisan 2010 tarihinden sonra Erivan tarafından yankılanan tüm duyuru ve bildiriler 2010 Nisan açıklamasının mantığını yansıtmaktadır. Ermenistan’da gerek hükümet çevrelerinde ve gerekse halk arasında Türk Devletine karşı güvensizlik oluşumu “başarıyla gerçekleşti”, bu güven eksikliği geçen 4-5 senelik süre içersinde giderek derinleşti ve geniş hacimlere ulaştı. Bu arada, Türkiye tarafından yapılan açıklamaların ana fikri Mayıs 2009 tarihinde Erdoğan’ın Bakü’de yaptığı açıklamalara dayanmakta devam etmektedir.
Bugün güncel sayılan iki sorun incelenmektedir. Nasıl bir ilerleme kaydetmeli? Ve imzalanmış ancak onaylanmamış protokollerle ne yapılmalı? İkincisinden başlayacak olursak, Sarkisyan BM’de Erivan’da resmi çevrelerin protokolleri geri çekmeyi düşündüğünü bildirdi. Bu sözleri, seneler boyu devam ede gelmiş bir düşüncenin tekrarı ve özellikle Türkiye Hükümetine yöneltilmiş, süresiz bir ültimatom olarak değerlendirmek gerekir. Tabi bu sözlerin muhatapları arasında tüm arabulucu ülkelerin ve ilk sırada da ABD Hükümetinin olduğunu görmek lazım. Birkaç gün önce protokollerin imzalanmasının 5.senesi doldu ve Ermenistan’da resmi çevreler kendilerini bir adım atma konusunda mecbur hissetmekteler. Şayet Türkiye tarafından somut bir adım atılmasa dahi Ermenistan’ın, 1969 Viyana Anlaşmalar Hukuku Konvansiyonu’nun 3. ve 4. bölümlerinde yer alan maddelere göre art arda birkaç adım atması gerekiyor. Öncelikle, Ermenistan 10 Ekim 2009 yılında Zürih Protokollerinin imza merasiminde hazır bulunan ülke ve örgütlerin temsilcilerini Erivan’a davet edip onlarla birlikte protokollerin geri çekilmesi konusunda ortak bir açıklama yapmalı ve bunu uluslararası hukuki mahkemelerinde Türk yetkililere karşı yasal sürecin başlangıcı takip etmeli. Bu adım Ermenistan için “face saving” (durum kurtarma) ve alnının akıyla süreci tamamlamak için bir yol olur. Ancak temel sorun bununla çözülmez, resmi ilişkiler kurulmaz, sınır da böylelikle açılmaz.
Ne yapmalı, sorusunun cevabı belli gibi gözükse de bugün için Ermenistan ve Türkiye’yi içinde bulundukları çıkmazdan kurtaracak hazır reçeteler bulmak kolay değil. Sanırım her iki taraf da zaten Türk-Ermeni sorununun çok katmanlı olduğunun farkındadır. Sorun hem çift yönlü hem de çok yönlü boyuta sahiptir, dolayısıyla kolay veya kesin çözümler aramak ilerleme kaydetmektense çok daha fazla sorunun ortaya çıkmasına neden olabilir.
2008-2009 yılları arasında birbirine karşı şartsız güven oluşturma deneyi başarılı bir sonuca ulaşmadı, dahası, ne yazık ki birbirinden uzaklaşma ve karşılıklı suçlamaların başlangıcı oldu. İki ülke yöneticileri 2008-2009 tarihlerinde ilişkileri geliştirme iradesi gösterdiler. Bu fikre biri daha az, biri daha fazla da olsa her iki taraf da sıcak yaklaşım sergiledi. Ermenistan yöneticileri, dev dalgalara ve tersten esen rüzgârlara karşı ortaya çıktıklarının farkındaydılar ancak ilerlemeye devam kararlarından geri dönmediler üstelik diasporanın tenkit ve kararsızlıklarına rağmen, dahası Türkiye’nin yaklaşımına karşı oldukları halde arabulucu ülkelerin Türkiye’yi yapıcı bir sahaya çekebileceklerini umut edip, bu süreci durdurmadılar. Fakat Türkiye, önüne çıkan zorluklara karşı çok çabuk yılgınlık gösterdi, sahada kalmasına rağmen oyuna devam etmekten vazgeçti. Yukarıda yazılanlar dikkate alındığında, 2015’in eşiğinde Türkiye’nin, 2008-09 tarihlerinde şartların olgunlaşmamış olduğu gerekçesiyle Zürih protokollerinin son bulduğunu ilan etmesi ve ilişkilerin yeniden geliştirilmesi sürecini daha uygun bir zamana bırakması yerinde bir tutum olur.
Söylemi değiştirmek
Taraflar aynı zamanda geçmişten ders alıp, Ermenistan ile Türkiye arasındaki çetrefilli ilişkilerin çok kapsamlı ve karmaşık protokollerle çözülmeyeceğinin farkındalar, çözüm için farklı platform aranması gerekir.
Soykırım(ın 100. Yılı Ç.N.) eşiğinde hem Ermenistan hem de Türkiye söylemlerini değiştirmeliler. Bu 100. Yıl mantığına uygun olduğu için değil, her iki ülke halkları ve uluslararası kamuda bu yönde bir talep oluştuğu için yapılmalıdır. Soykırımın uluslararası mahkûmiyeti süreciyle eşzamanlı olarak Ermenistan Türk toplumuyla ortak çalışmalarını daha yoğun hale getirmeli. Ermenistan ve diaspora Türkiye’de “yumuşak güç” bileşiklerini oluşturmalılar. Arzu edilen, geçen seneler boyunca kendiliğinden, doğal süreci içersinde gerçekleşen bu durumun gelecekte belli bir sisteme oturmasıdır. Bugün çok uluslu Türk toplumunda da bu talep geçerlidir, dolayısıyla önümüzde gerçekleşecek benzer çalışmalar bu sürece sadece yardımcı olur. Son zamanlarda Ermenistan Devlet Başkanı birçok kez Ermeni Halkının Türklere karşı düşmanlık beslemediğini ifade etmiştir. Bu tez neticesiz kalamaz, yavaş ancak verimli bir şekilde işlemektedir. Mayıs ayından beri, Ermenistan Devlet Başkanı’nın Türkiye’nin yeni seçilecek cumhurbaşkanını Ermenistan’a, 24 Nisan 2015’te gerçekleşecek 100. Yılında, soykırım kurbanlarını anma merasimine davet etmesi üzerine, “Acaba Erdoğan Erivan’a gelir mi?”sorusu Ermenistan’da üzerinde en çok düşünülen sorulardan biri haline geldi. Yaz sonu, Nalbandyan’ın resmi daveti Erdoğan’a iletmesiyle birlikte bu sorular birden bire aktif hale geldi, birden bire, hızla da yok oldu. Sebebi gayet açıktı, yedi ay önce bu gibi soruların ortaya çıkması için son derece erkendi. Bu süre içersinde hem iç hem de bölgesel siyasette olası büyük gelişmeler her iki ülkenin niyet ve düşüncelerinde değişikliğe yol açabilir. Türk yöneticilerin, aylar öncesinden sorumluluk alıp Dzidzernakapert’i (Soykırım Anıtı Ç.N.) ziyaret etmek için söz verebileceklerini düşünmek oldukça zor. Tüm bunlarla birlikte Erdoğan’ın böyle bir adım atmaya karar vermesi halinde ise, artık bu sadece sembolik bir ziyaret değil çok daha fazlası olacaktır.
Ermenistan yöneticileri ise bu süreçte hem kendi halkına hem de uluslararası kamuya sunmak üzere alternatif senaryolar hazırlamak zorunda olacaklardır. Soykırım’ın 100. Yılı için yapılacak gösterilerin planlaması dışında, Türkiye ile resmi ilişkilerin kurulmasına dair alternatif senaryolar üretmek adına çok daha fazla çaba harcamalıdırlar. Zaman, olanaklar ve kaynaklar son derece kıymetlidir, kolayca harcanmamalı, oysa geçtiğimiz süre içersinde bunlar farklı nedenlerle de olsa insafsızca harcanmıştır. Ermenistan, arabulucu ülkeler nezdinde imzalanmış protokollere oldukça ciddi bir yaklaşım sergilemiştir, şimdi artık çok daha büyük bir beceri ve manevra kabiliyeti göstermenin zamanıdır. Geçen seneler boyunca Ermenistan’da yöneticiler, Türkiye’nin bir an gelip önkoşullar öne sürmekten vazgeçip protokollerin yürürlüğe girmesi için reel adımlar atacağına samimiyetle inanmışlardır. Doğal olarak geçen beş sene boyunca Ermenistan’da protokollerin geri çekilmesi fikri etkin bir şekilde tartışılmış ve sürekli olarak iki kaygı öne çıkmıştır;
1) Bu adımla Ermenistan bir daha açması oldukça güç olan fırsat kapısını tümden kapatmış olur.
2)Arabulucu ülkelere verilen sözler tutulmamış olur. Gerçekte bu her iki kaygı da deneyimsizlik ve karşı tarafa duyulan ihtiyatsız bir güven pratiğinden kaynaklanmaktadır.
Ermenistan’ın dış siyasetini belirleme ve yürütme sürecinde gözden kaçmış olumsuz bir durum olarak araştırma ve yeni yaklaşımlar yoluyla çözüme ulaşma iradesinin eksilmesi de çok büyük önem taşımaktadır. Sarkisyan’ın başkanlığının ilk üç senesinde bu irade görüldüyse de son zamanlarda bunların varlığı oldukça azaldı. Dış siyaseti belirleme ve karar sürecinde kurumsal ve derinlikli sorunların olduğu gerçeğini de bilmek gerekir.
Türkiye’de Soykırım konusu etrafında sistematik değişiklikler yıllar önce başlamış ve Hrant Dink’in ölümüyle bu süreç hız kazanmıştır. Tüm bunlar bizim yaşadığımız dönemde gerçekleşti ve biz Türk halkının algı tarzı ve düzeyinin ne gibi değişikliklere uğradığını tam olarak bilmiyoruz. Çünkü bu oldukça ciddi ve olumlu sonuçlar doğuran bir gelişmedir. Türkiye’de dönüş bileti çoktan kesilmiş gibi, doğal olarak belli bir kesim bunu görmekten ve kabul etmekten çok uzak, bazıları için ise bu oldukça görünür olmakla birlikte henüz ulaşılır değil. Ermeni Soykırımı çerçevesinde Türkiye’de değişim var ve tüm sorun bu değişimin reel siyaset üzerinde etkisi hangi hız ve derinlikte gerçekleşeceğidir.
Bugün Soykırım ve Ermenistan ile ilişkilerin düzelmesi gibi konularda taraftar Türk toplumunun ve aydınların iktidarı etkilemesi henüz oldukça yetersiz gözükmektedir, ancak seneler öncesiyle kıyaslandığında daha artmıştır. İki ülkenin yöneticileri ve halkı değişimin sonuçlarıyla yüzleşmekten ziyade değişimin birer parçası olmalılar. Onlar mağara devri düşünce tarzını reddetmeli ve daha önce yapılmış hataları tekrar etmekten sakınmalılar.