Ermeni-Türk platformu

Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde

 

Geçmişin sorunları ve belirsiz bir gelecek arasında yeni bir yüzüncü yıl başlıyor

 
 
 

Ermenistan'dan bakış

 

Geçmişin sorunları ve belirsiz bir gelecek arasında yeni bir yüzüncü yıl başlıyor

Hakob Badalyan

 

 
Hakob Badalyan

lragir.am Genel yayın yönetmeni

Bu makalede Hakob Badalyan telafiler konusunu ele alıyor ve I. Aram ile II. Karekin’in açıklamalarını aktarıyor. Bugüne kadar gözden kaçırılan ancak Ermeni soykırımının uluslararası düzeyde tanınması durumunda gözden geçirilmesi gerekecek 1921 Türk-Rus paktını inceliyor. Yazar ayrıca Yüzüncü Yıl Pan Ermeni Bildirisi’nde bu anlaşmaya herhangi bir referans olmamasını eleştiriyor. Bu bildirinin “Türk-Ermeni ilişkilerinin geleceği konusunda Ermeni strateji ve vizyonunu tam olarak yansıtan bir belge olarak değerlendirilemeyeceğini” belirtiyor. Güney Kafkasya’daki toprak çıkmazını irdeleyen yazar gerekli ve önemli gördüğü Türk ve Ermeni sivil toplumları arasındaki yakınlaşmayı bu aşamada yetersiz buluyor. Badalyan “Türkiye’yi değiştirecek olanın Türkiye sivil toplumu, Ermenistan’ı değiştirecek olanın ise Ermenistan toplumu” olduğunu belirtiyor.

Erivan’da üzerinde unutmabeni çiçeği resimleri yapıştırılmış arabalar artık daha az görülüyor. Bu çiçek simgesi Ermeni kamuoyunun 24 Nisan’a kadar dikkatini çekmişti. Bu tarihten sonra 19 Mayıs’ta 2015 Eurovision Şarkı yarışmasında” Rus katılımcının elinde görüldü. 19 Mayıs’taki bu gösterinin anlamı, Ermeni –Türk ilişkilerinin akıbetinin kimin ellerinde şekilleneceğini simgesel olarak ortaya koymaktaydı. Rusya bu ilişkilerin geleceği açısından kilit taşı rolünü üstleniyor.  Nitekim bu ilişkilerin tarihinde de bugün olduğu gibi benzer bir rol oynamıştı. Bu iddianın kadercilikten kaynaklanmamaktadır, ancak bazı faktörlerin analizi sonucu ortaya çıkan bir netice, edinilen bir kanaattir. Gerçi Ermeni–Türk ilişkilerinde ilerdeki gelişmeleri tamamen Rusya ile ilişkilendirmek biraz aşırıya kaçmak ve hatta yanılgıya düşmek olur. Bu ilişkilendirmeyi sağlayacak etkenler oldukça fazla ve bunun yanı sıra Rusya’nın oynadığı rol ve etkisi de bu anlamda her türlü rekabete sırtını dönmüş durumdadır. Ancak Ermeni –Türk ilişkilerinin perspektifinde belirleyici etkisi olabilecek başka hususlar varlığını korumaktadır.


Yüzüncü yılın ertesi günü : 25 Nisan

Unutmabeni çiçekleri, Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleştirilmiş Ermeni Soykırımının 100.yıldönümü törenlerinin, genel sürecin toplumsal göstergesi haline dönüşmüşlerdi. Ermenistan halkı süreci daha çok bu çiçeklerin görünürlük derecesine göre ölçüyordu. Bunlara karşı ilginin azalması toplumda dile getirilmeyen bir algıya neden oldu. Buna göre, 100. Yıldönümü başlayıp biten bir etkinlik olarak değerlendirildi. Bu süreç coşkuluydu, başarılıydı, verimliydi veya durum tam aksiydi, ama bir şekilde kesintiye uğradı. Büyük olasılıkla bu eğilim ve algının neden olduğu duyguyla olsa gerek 27 Mayıs günü Ermenistan’da gerçekleşen Ermenistan Dünya Ermenileri Fonu’nun mütevelli heyetinin bir oturumunda yaptığı konuşmada Serj Sarkisyan, hiçbir şeyin henüz neticeye ulaşmadığını duyurdu; “Sanırım, 100. Yıldönümü bağlamında yapılan çalışmaları tüm yönleriyle değerlendirmek için hepimizin önünde bir fırsat var. Bu sadece insanların etkinliklere ne kadar aktif katılım sağladıklarını göstermek için değil, aksine çıkarsamalarda bulunmak ve ileriki yıllarda bu etkinlikleri daha verimli hale dönüştürmek için gereklidir. 100. Yıldönümüyle birlikte hiçbir şey neticeye ulaşmış değildir. Biz dünya genelinde tanınırlığa ulaşana dek bu uğurda çalışmalarımızı durmaksızın yürütmeye devam etmeliyiz.”

Şüphesiz, Serj Sarkisyan veya bir başkasının bu sözlerin tersini iddia etmesi, herkese “evlerine dönmelerini” salık vermesi mantıksızlık olurdu. Her ne kadar 100. yıldönümünü anma etkinlikleri süresince tüm bu sorular yankılanıyordu ise de artık günümüzün başlıca sorunları şöyle sıralanmaktadır; 100.yıldönümünden sonra ne olacak, Ermenistan ne yapacak, Ermeni -Türk ilişkilerini bekleyen nelerdir? Bu sırada Ermeni-Türk ilişkilerinin geniş ve kapsamlı jeopolitik boyutunu göz önünde tutarsak, Ermenistan’ın gelecekte atacağı adımlara dair tasarılarını açıklayamayacağı gayet anlaşılır bir durumdur, böyle bir planlamanın layığıyla gerçekleştirilmesi hemen hemen imkânsız olurdu.

Aslında sorun Ermenistan yönetiminin, siyasi güçlerin ve halkın gözünde, hatta Ermeni -Türk ilişkilerinde büyük roller üstlenen jeopolitik merkezlerinde ve nihayet Türkiye’de nasıl bir izlenim oluştuğuydu. 100. Yıldönümünde, nitekim bunu takip eden dönemde jeopolitik anlamda oldukça zorlu bir sürece girilmiştir. Bu süreç sıkça Ermeni Soykırımının gerçekleştiği dönemle kıyaslanmaktadır. 100 sene önce olduğu gibi bugün de dünya düzeni yeni bir şekillenme sürecine girmiştir. Bu her iki süreç birbirine oldukça benzemektedir ancak birbirinin aynasal yansımaları da değiller. 100 sene önce oldukça aktif bir Ermeni halkı vardı bugün ise aktif bir Ermenistan var. İşte bu gerçeğin, var olan manzarayı önemli değişikliklere uğratması ve Ermeni-Türk ilişkilerini dünya düzeninin yeniden tasarımı ve yorumu sürecinin karmaşık düğümlerinden biri haline dönüştürmekte olması, bu benzerlikleri sergilemesi açısından sadece basit bir örnektir. Üzerinde farklı etkiler taşıyan bu düğüm yalnızca iki ülke ve halklarının değil aynı zamanda uluslar arası ilişkiler açısından da nihai sonuca götürecek potansiyele sahiptir. Bu karmaşıklık ve belirsizlik belli bir ölçüde de olsa Soykırımın 100. Yıldönümü Deklarasyonunda yansıtılmıştı. Yazarlar burada belli bir eksen çerçevesinde herhangi bir noktayı atlamamaya çalışmışlar, ancak uzak veya yakın gelecekte olası bir sorumluluğu da üstlenmekten kaçınmışlardır. Bu anlamda ilk bakışta deklarasyon kilit taşı niteliğinde bir dizi sorunu cevaplamaktadır ve Ermeni- Türk ilişkilerinin geleceği konusunda Ermenistan’ın atacağı adımlar ve bu adımlarla bağlantılı olarak yeni gelişecek sorunlar bildirgenin satır aralarından belirmektedir.

Neleri hatırladığımızı biliyoruz. Ama ne talep ediyoruz ?

Burada üzerinde durulması gereken kilit nokta, talep sorunudur. 100. Yıldönümü anma etkinlikleri sürecinde kayda geçen ve dönüm noktası niteliğinde etkenlerden biri de talep ve telafi meselesinin daha aktif bir dolaşımla Türkiye’nin önüne getirilmesidir. Pan-Ermeni Deklerasyonunda bu mesele hem mevcut hem de değil. Yani devlet düzeyinde yok sayılırken, Pan-Ermeni düzeyinde mevcuttur.

“O bizim kilisemizin topraklarıdır. Tüm kiliseler ve manastırlar kiliseye ait mülklerin geri iadesini talep eden bu ilk hukuki adımı takip etmeliler. Bunun ardından da sıra bireysel olarak mülklerin iadesi taleplerine gelecektir. Biz adım adım ileriye doğru yol almalıyız” 29 Mayıs günü, New York Times gazetesine verdiği röportajda Kilikya Katolikosu I. Aram, Türkiye’deki Anayasa Mahkemesine yaptığı başvurusu hakkında konuşarak Sis (Kozan) Katolikosluğunun mülkiyetine ait toprakların kendilerine iade edilmesi yönünde taleplerine ilişkin bilgi verdi. I.Aram bu niyeti konusunda ilk kez 2014 yılının Eylül ayında Erivan’da gerçekleştirilen Ermenistan- Diaspora Konferansı sırasında konuşmuştu. 2015 yılı,  24 Nisan tarihinden birkaç gün sonra I. Aram Katolikos, niyetini gerçeğe dönüştürmüş oluyordu.

Bunu takiben Dünya Ermenileri Katolikos’u  II.Karekin, Amerika’nın Sesi radyosunda yaptığı konuşmada  Az. Echmiadzin Ana Katedrali’nin de benzer bir talebi gündeme getirmeye hazırlandığını bildirerek “Gerekli arşiv belgelerinin ortaya çıkarılması, araştırmalar yapılması yönünde talimat verdik. Bu ciddi araştırma ve inceleme gerektiren bir süreçtir”, diye konuştu.

24 Nisan günü Hürriyet’e verdiği röportajında Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Ermenistan Cumhuriyeti, bağımsızlığından sonra Türkiye’den veya başka bir devletten asla toprak talebinde bulunmamıştır. Devletimiz dış siyaset gündeminde böyle bir mesele olmamıştır ve bugün de yok, bu gayet açıktır. Biz uluslararası toplumun tam ve sorumlu bir üyesiyiz, BM üyesi bir devlet olarak uluslar arası ilişkilerdeki rolümüzün farkındayız ve uluslararası hukuk ilkelerine saygı duyuyoruz. Bu arada bunun aynısını bu güne dek gayrimeşru şekilde ülkemizle olan sınırlarını kapalı tutan, bunu Avrupa’nın son kapalı sınırına dönüştüren ve Ermenistan’la diplomatik ilişkilerin kurulması için, aracı rolü oynayan uluslararası kamuya ve Zürih Protokolleri altındaki kendi imzasına saygı duymayarak, kabul edilemez önkoşullar ileri süren Batı’daki komşumuzdan da bekliyoruz,” diyordu. Kendisi bu açıklamasını 27 Nisan günü Rus Devlet Televizyonu birinci kanalında da tekrarlayarak yaklaşımını tüm gerçekliğiyle ortaya koydu.

Ermenistan’ın bağımsızlığıyla birlikte göreve gelen her üç devlet başkanı da bu yaklaşımı sahiplenmiş ve sergilemişlerdir. Burada sorun devletin yaklaşımına değil aksine devletin bu yaklaşımının Pan-Ermeni duruş ve yaklaşımlarıyla ne derece örtüşmesi veya aykırı düşmesine dayanmaktadır. Eninde sonunda yasal zemin dışında farklı koşullar da oluşabilir örneğin, Ermeni tarafı taktik anlamda uyuşmazlıklar ifade edebilir, farklı Ermeni sivil kuruluşlar ortaya çıkabilir ve Türkiye’den telafi talep edebilir. Devletin ise Türkiye’den herhangi bir talebinin olmadığını ilan etmesi, iddiasını devlet dışı desteklere yatırması anlamına gelmektedir. Ayrıca bu, mantıksal ve uluslararası siyasi pratikte de taktik anlamda da geçerlilik kazanan bir mahiyete bürünür demektir. Bu derhal anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur ancak, ne denli verimli, adil ve rasyonel olduğu da sorunun bir diğer yüzüdür. Ermenistan devleti, sivil kuruluşlar ve Diaspora arasında telafi ve talep sorununda gerçekten uyuşmazlık varsa o zaman olay karmaşık bir hal kazanmaktadır.

Ermeni –Türk ilişkileri sorununun ve soykırımın tanınırlığı sürecinin ileriki aşamalarında Ermenistan’ın ve Ermenilerin atacakları adımlar ve yapacakları açısından açık ve net olarak anlaşılan tek şey telafi sorunudur, ancak bu sorun da içte belirsizliklere yol açmakta ve sağ elin yaptığından hatta genel olarak ne istediğinden sol elin haberi olmamaktadır. Bu durum da mevcut sorunu daha da bilemekte ve Ermenistan’ın tam olarak ne istediği anlaşılamamaktadır.

Yine Serj Sarkisyan Hürriyet’e şöyle demektedir; “Barış köprüsünü biz yıkmadık, hatta biz, kendimiz uzlaşı inisiyatifinde bulunduk. Fakat anahtarı elimizde olmayan bir kapıyı açmak imkânsızdır. Bugün dahi, masum kurbanlarımızı 100.Yıldönümünde anarken Türkiye ile ilişkilerin düzenlenmesine, Ermeni ve Türk halkları arasında ön koşulsuz uzlaşı sürecine başlamaya hazır olduğumuzu ilan ediyoruz.”

Ermeni -Türk uzlaşı sürecinin alternatifi yok ve belki de olmayacak, bunu tartışmak çok zor. Tartışması oldukça zor bir diğer husus da sürecin verimli olması ancak merkezinde özne olarak sadece Ermenistan ve Türkiye’nin var olmalarıdır. Günümüzde, Ermeni- Türk süreci dediğimiz şey bir bildirge karakteri taşımakta, oysa içerik açısından bakıldığında burada süreç adı altında gelişen bir sürü ilişkiden bahsetmiş oluyoruz; Rusya-Türkiye, Türkiye-ABD, Türkiye- AB, Türkiye-Azerbaycan. De jure olarak Ermenistan bu ilişkiler kavşağında birincil alıcı,  de facto olarak ise bağımsız özne olmaktan mahrum durumda, Ermeni-Türk ilişkileri sorunsalında Ermenistan’ın belirgin bir stratejiden yoksun olması bundan kaynaklanmaktadır. Ermenistan’ın yaklaşımı jeopolitik gerçeklerin, özellikle de Türk-Rus ilişkilerinin etkisine maruz kalmaktadır.  Türk-Rus tahakkümü, ileriye dönük perspektiflerin oluşmasında Ermeni-Türk ilişkilerinin ekseninde yerini almıştır.

Hatırlanması gereken Türk-Rus paktı

Her ne kadar Ermeni soykırımının tanınırlılığı dünyanın farklı devletleri tarafından hala reddedilmekteyse de bu inkârdan kar sağlayan başlıca devletler sadece Türkiye ile Rusya olarak ortaya çıkmaktadırlar. Bu iki devletin Birinci Dünya Savaşında ve o tarihlerde gerçekleşen Ermeni soykırımı neticesinde Güney Kafkasya’daki ganimeti kendi aralarında paylaştıkları bilinen, ispatlı bir gerçektir. Bu gerçek, Rusya ile Türkiye arasında Kars’ta imzalanan 1921 tarihli antlaşmada da kayıt altına alınmıştır. Bu Kars anlaşması ile Rusya ile Türkiye aralarında Ermenistan ile Kafkas’ı bölerek paylaşmışlardır. Ermeni soykırımının uluslararası düzlemde tanınması halinde telafi sorunu asla maddi telafiye dayanmayacaktır veya sadece maddi telafi ile sınırlı kalmayacaktır.

Ermeni soykırımının uluslararası düzeyde tanınması kaçınılmaz olarak Türkiye ile Rusya arasında imzalanan anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesi için temel oluşturuyor. Uluslararası tanınırlık aynı zamanda bölge haritasını yeniden gözden geçirmek için de bir temel oluşturacak. Bu harita 20.yüzyılın başlarında, Ermeni soykırımının neticeleri üzerinde şekillenmişti. Burada ise sorun Ermenilerin Türkiye’ye karşı bölgesel veya diğer maddi iddiaları değil sadece, bunlar, jeopolitik anlamda içine Ermeni soykırımını da alan o kocaman içeriğin ufak bir bölümüdür. Bölge haritası bir sorun olarak masaya yatırılmıştır ki jeopolitik güçlerin dengelenmesi konusunda bunun da büyük bir etkisi olduğu yadsınamaz.

Bu açıdan bakıldığında Rusya ve Türkiye stratejik müttefikler olarak kaşımıza çıkmaktadırlar. Yüz sene önce Ermeni halkına ve Ermenistan’a karşı işlenen “ortak suçun” bu doğal müttefikleri bir araya getirdiği de bilinen bir gerçektir.

Bu anlamda, Pan-Ermeni Soykırımın 100.Yıldönümü Deklarasyon’unda 1921 tarihli Rus-Türk anlaşması hakkında herhangi bir şey yazılmamıştır. Oysa soykırımın neticelerinin giderilmesi konusunu konuşup bu anlaşmaya değinmemek pratikte imkânsızdır. Sadece bu durum dahi Pan-Ermeni Deklarasyonunun büyük oranda “manevi” anlam taşıdığı sonucunu çıkartmak için yeterlidir. Deklarasyon tek başına Ermeni sorununun jeopolitik derinliğini tamamen kavrayacak dolayısıyla Ermeni -Türk ilişkilerinin geleceği konusunda elle tutulur bir perspektif çizebilecek, Ermeni stratejisini ortaya koyan bir belge niteliği taşıyamamaktadır. Bu yönde bir ileriki adımda görünen çerçevede Rus- Türk anlaşmasını uluslararası gündeme taşımaya yönelik irade onayı yoksa daha sonra uluslar arası kamu, özellikle de henüz Ermeni Soykırımını tanımamış kilit rolündeki Batı Devletleri ve bu meselede nihai rolü tartışmasız olan ABD için soykırımın uluslar arası tanınırlığında gerekli motivasyon önemli ölçüde azalmaktadır. Çünkü bir sonraki adımda, Rus-Türk anlaşmasını yeniden değerlendirme sorununu cesaretle masaya yatıran Ermenistan ortak olarak önem kazanmaktadır. Bu mahiyetin eksik olması ise soykırımın tanınırlığını ABD için hatalı çıkış haline getirir.

Rus-Türk anlaşmasını ve dolayısıyla Birinci Dünya Savaşından sonra Türkiye ile Rusya’nın birlikte çizdikleri Güney Kafkasya haritasını yeniden gözden geçirme talebini sadece Ermenistan öne sürebilir, çünkü bu anlaşma sayesinde Ermenistan bölünmüş, parçalanmış ve olanakları sınırlandırılmıştır.

Bu demek değil ki, Ermenistan Türkiye’den toprak veya başka bir şey talep etsin, mesele bu değil. Ermenistan, Rus-Türk anlaşmasına tabii olarak taleplerini alenen öne sürmekten vazgeçmemelidir. Bunu ilan etmek Rus-Türk antlaşmasına sadakat anlamına gelir.

Ayrıca, Ermenistan’da başkan kim olursa olsun, bu anlaşmaya sadakat ilan etme sorunu önüne konmuştur, çünkü Ermenistan’ın bundan önceki her iki devlet başkanı da Türkiye’den talepleri olmayacağına dair beyanatta bulunmuşlardır. Oysa Rus-Türk anlaşması var olduğu müddetçe, Ermenistan’ın bu anlaşma hükümlerini uluslararası gündeme taşıma ve tartışmaya açmak için olası girişimlerinin önü kapalı kaldığı müddetçe Türkiye’nin Ermenistan ile direkt ilişki kurmaya yönelik hiç bir menfaati yok.

Ve şimdi, bölgesel ve uluslararası güvenliğin sabit bir güvencesi olarak medeni normlara uyumlu bir şekilde Ermeni-Türk ilişkilerinin düzenlenmesi, Ermeni sorununun sunumunu takip edecek olan temel amaçlardan biri olmalı. Talepkârlık sorunu Ermenistan’ın dış siyasi cephanesinin en önemli kısmını oluşturacak, ancak amaç değil araç olarak kullanılmalı. Türkiye’yi Ermenistan ile diyaloga teşvik edecek bir araç. Bunun için ise Ermenistan’ın kendisi bağımsız, diyalog yeteneğiyle, özerk bir özne olmalı ve Ermeni-Türk uzlaşı sürecinin yönetimi, ilişkilerin düzenlenmesi için plan ve stratejilere sahip olmalıdır.

Türkiye için mesele daha farklı bir boyut taşımaktadır. Ermeni sorunu Ankara için nereye kadar bir sorundur? Belki baş ağrısıdır ancak aynı zamanda da Batı ile Rusya arasında manevra yapmak için bir araçtır. Günümüzde sanki bu manevralar Türk dış siyasetinin eksenine oturmuştur. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi Batı etkisinden kurtarmaya ve jeopolitik yönden bağımsız bir oyuncu olarak ortaya çıkmaya çalışmaktadır. Buna göre dünyanın en etkili jeopolitik merkezleri kendisiyle masaya oturmalıdır. Bugün o manevralarıyla birlikte gergin şartlar ve çatışma içinde olan Batı ile Rusya, Ankara’ya kendisi için yararlı pozisyonlar elde etmek ve kendi başına hareket etme özelliğini güçlendirmeye yarayacak bir fırsat olarak gözükmektedir.

Belli ki Batı siyaseti, Türkiye meselesiyle ilgili yeni çözümlere sahip değildir ve bu ülke her ne kadar son zamanlarda itaatsizliği, yaramazlığıyla göze batmaktaysa da Avrupa-Atlantik Bölgesinin son kalesi olarak görülmeye devam etmektedir.

Ermeni Sorunu dün olduğu gibi bugün de Batının elinde Türkiye’ye karşı etkili bir koz niteliği taşımaktadır, ancak Türkiye de dün olduğu gibi bugün hala bunun yazgısal sonuçlarını etkisiz hale getirmekte başarılı olmaktadır. Çünkü gerek Ermenistan gerekse Güney Kafkasya genel anlamıyla Rusya’nın etkisi alanında bir bölge olarak kalmakta devam ediyor. Bu gerçek ışığında Türkiye’nin, Avrupa-Atlantik toplumu için Rus topraklarında oluşturulacak tepkide işe yarayacak en güçlü faktör olarak kalmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu sebeple Avrupa-Atlantik toplumu, Ermeni sorununu Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak asla kritik bir noktaya eriştirmemektedir.

Çatlak yerine çıkmaz

Gelecekte, ilgili öznelerin motivasyonunda bir farklılığa yol açacak şekilde güçlerin dağılımı ve aralarındaki ilişkilerde bir değişiklik gözükmüyor. Buna göre gelecekteki Ermeni-Türk uzlaşması açısından temel gelişmelerin meydana gelme olasılığı azdır. Bununla birlikte, gelişimleri yeni bir yapılanmayı ortaya çıkarabilecek iki vektör göze çarpmaktadır. Burada söz, İran’ın nükleer programıyla ilgili müzakereler ve Dağlık Karabağ çatışmalarının çözüm müzakereleri süreci hakkındadır. İran ile Batı anlaşmazlığının nihai anlaşmazlık, Güney Kafkasya’da güçlerin korelasyonundaki değişikliğin başlangıç noktasına dönüşebilir. Fakat bu süreç genel anlamıyla kördüğümlerin hızlı çözümüne dair potansiyel taşımamaktadır, olası başarı dahi bakış açısına bağlıdır.

Dağlık Karabağ çatışmalarının çözümü sürecide olaylar sanki yeni bir renk kazanıp gelişim kaydediyorlar. Azerbaycan Rusya’ya yönelik dolaylı bir teklif öne sürmüştür. Bakü, Avrasya Ekonomi Birliğine katılma meselesini Dağlık Karabağ sorununun çözümüne bağlı olduğunu ilan etti. Azerbaycan’ın önerisi oldukça açıktır; Eğer Moskova Ermenistan’ı toprak tavizine mecbur kılarsa Azerbaycan AEB’ye üye olma yoluna gidebilir. Bu öneri Ermeni-Türk ilişkileri üzerinde de belirgin bir etki bırakabilecek nitelikteydi, zaten toprak tavizi Dağlık Karabağ çatışma sürecinde Türkiye’nin de önerdiği bir önkoşuldu. 24 Nisan günlerinde Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Ermenistan’ın hiç olmasa Azerbaycan’a bir reyon geri iade etmesi durumunda Ankara’nın Ermeni-Türk sınırını açmaya hazır olduğunu ilan etti. Rusya Azerbaycan’ın dolaylı teklifine direkt bir cevap vermemiş ancak Dağlık Karabağ sorununun çözümünün hala dış politikasının öncelikli konusu olduğunu ilan etmiştir.

Ermeni- Türk müzakerelerinin dondurulmasından sonra hem Moskova, hem Vashington hem de Brüksel Ermeni-Türk ilişkilerini dağlık Karabağ savaşıyla ilişkilendirmeyi kabul edilemez olarak ilan etmişlerdir. Buna rağmen Ankara hala bu iki sorunu birbirine bağlamaktadır. Bu gerçek de mevcut durumu daha zora sokmakta, daha derin bir çıkmaza sürüklemektedir. Çünkü Ermenistan için o müzakerelerin ilkesel olarak kabul edilir yanı yoktur ve tartışmaya dahi açık değildir.

Bu çıkmaz,  genel anlamıyla Güney Kafkasya’nın bölgesel gelişimi açısından belirleyici olmuştur. Türk- Ermeni ilişkilerinin düzene girmesi, Türk- Ermeni barışı, Güney Kafkasya çıkmazının üstesinden gelmek için çok önemli bir adıma dönüşebilir. Ermeni soykırımının 100. Yıldönümü, Türkiye’yi Ermeni sorunu gibi bir kördüğümün çözümü için Ankara’nın Ermenistan ile diyalog kurmasının şart olduğuna ikna etmesi açısından belirgin bir imkâna sahipti, bu durumda uluslar arası sorunlar önemli ölçüde azalacaktı. Mesele Türkiye’nin bir-iki tanımanın ardından Ermenistan ile derhal anlaşmanın gerekliliği değildir. Mesele, Ermeni sorununun inceleme ve sunumunun jeopolitik mantığının değişmesi gerekliliğidir. Ve burada öncelikle Ermenistan’ın ilgili olması gerekmektedir, bu sayede Türkiye eşit ve samimi bir işbirliği sürecinin içine çekilebilir.

Ancak Ermenistan üzerinde oldukça etkin gözüken Rus etkisi nedeniyle, Türkiye Ermeni sorununu Ermenistan ile diyalog yoluyla çözmeyi değil aksine Rusya’nın aracılığıyla bastırmayı tercih etmektedir.

O bağlamda, Batının hayal kırıklığını en iyi anlatan olaylardan biri 24 Nisan’dan günler sonra, Ermenistan’da ABD Büyükelçisi Richard Mills, Ermeni halkına ve Erivan hükümetine, ABD’nin Türk-Ermeni uzlaşı sürecine sağlanan parasal hibe projelerini kısma yoluna gittiğini bildirdi. Bu ABD’nin Ermeni-Türk uzlaşısına dair umut taşımamasının sinyaliydi.

Moskova açısından ise, sınırların açılmasının ve Ermeni-Türk uzlaşısının, Rusya’nın Ermenistan üzerindeki askeri ve siyasi etkisini yok edecek etkenler olduğunu düşünecek olursak mevcut durumun Moskova için iki önemli demotivatörü (motivasyon azaltıcı) bulunmaktadır. Bir yandan rıza gösterilmeyen bir Rus-Türk anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesi sorununun uluslar arası gündeme taşınması temelinde şekillendirmeler, diğer yandan rıza gösterilmeyen bir Rus-Türk anlaşmasına göre bölünmüş ve belirlenmiş Ermeni-Türk sınırının açılması. Böylece Ermeni-Türk ilişkilerinin gelecek perspektifi Rus-Türk ilişkilerinin umut vadeden elleriyle şekillenecektir ve Ermenistan’ı, Ermenileri teselli etmek için bazen bu resme bir unutmabeni çiçeği “yapıştırılacaktır”.

Her biri kendi alanında, ortak bir gelecek için

Ermenistan’da kamu bilincini artık Ermeni-Türk ilişkileri sorunsalında duygusal çerçeveler içinde hapsetmek ve sorunu siyasi ciddi söylevlerin nesnesine dönüştürmemek açısından bu teselli önemli bir mahiyet taşımaktadır. Ermeni sorunu Ermenistan için bir kaynaktır ve diğer tüm kaynaklar gibi işletmeye gereksinim duyar. Yönetimin performansı ise kamuoyunun varlığıyla ilişkilendirilmiştir. Devlet açısından çok önemli bir dış siyaset sorununda özellikle kalıplaşmış düşünceler ve duygusal algı çerçevesinde sınırlandırılmış bir kamuoyu olursa şayet, toplumun kendisi daha kolay yönetilebilir hale gelir.

Dünya sürekli olarak değişim yaşıyor, bu değişim bazen hızlı bir tempo içinde gerçekleşiyor bazen de tempo oldukça yavaşlıyor. Dolayısıyla sorunlar da ki hiçbir zaman tekbiçim çözümleri olmamıştır, sürekli bir değişim sürecinde gelişiyorlar. Ermeni sorununun, bu bağlamda Ermeni-Türk ilişkileri sorununun da tekbiçim bir çözümü yoktur ve uluslar arası değişimlerin durdurulmaz gidişatına tabiidir. Bu durumda, geniş ölçüde değişikliklere her zaman hazırlıklı olmak için Ermenilerin temel yaklaşımlarında sürekli olarak güncellemeler yapmalarını gerekli kılmaktadır.

Ayrıca aynı sorun Türk toplumu için de geçerlidir, Türk kamuoyu da Ermeni-Türk ilişkilerinin hem tarihi bakış açısı hem de güncel ya da geleceğe yönelik sorunlar açısından daha az sınırlandırılmış değildir. Ermenistan ile ilişkilerin düzenlenmesi, Türkiye açısından sadece sonu gelmez uluslararası baskılardan kurtulmak için gerekli değil. Ermenistan ile uzlaşı ve ilişkilerin düzenlenmesi aynı zamanda Türk toplumunun gelişmiş bir uygarlığa doğru giden yolculuğudur. Bugün Dünya yüzünde uygarlıklar savaşı kızışmaktadır, gelişmiş, önderlik eden uygarlıklardan kopukluk herhangi bir toplum için ciddi ekonomik, siyasi ve güvenlik sorunu demektir.

Bu anlamda Ermenistan ve Türk toplumları için sorunlar eşdeğerdir ve siyasetle paralel olarak kamusal sürecin varlığı da çok büyük önem taşımaktadır. Aynı zamanda bugün sorun öyle bir noktaya gelmiştir ki burada toplumların karşılıklı temaslarının ne denli önemli ve gerekli ancak düşük performanslı bir mekanizma oldukları iyice belirginleşmiştir. Toplumlar için günümüzde sorun tam olarak kendi özel alanı içinde sonuç elde etmek olmuştur. Karşılıklı teması korumak çok önemlidir, fakat toplumların bugün birbirleriyle temas kurmaktansa her birinin kendi alanında yapacak daha çok işi var. Şöyle ki Türkiye sivil toplumu Türkiye’yi değiştirmeli, Ermeni sivil toplumu da Ermenistan’ı değiştirmeli. Ermeni-Türk ilişkilerinin gelecekteki perspektifi bu şekilde değişebilir, tarih adalet, huzur ve barışa kavuşur ve ortak gelecek bulunur.



Ermeni soykırımı Tanıma ve tazminatlar

E-bülten

E-bültenimize üye olmak için

"Repair" proje ortaklari

 

Twitter

Facebook