Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Ermeni diasporasından bakış |
Vahan KerovpyanMedz Bazar Kolektifi’nde müzisyen |
30 yaşındaki Vahan Kerovpyan Medz Bazar Kolektifi içinde müzik yapıyor. Mayıs 2012’de kurulan grup geleneksel müzikleri yeniden yorumlayan ve kendi orijinal bestelerini icra eden farklı kökenlere mensup (Fransız, Ermeni, Türk, ve Amerikalı) sekiz müzisyenden oluşuyor. Bu söyleşide Vahan Kerovpyan Türkiye’ye ve Ermenistan’a yaptığı seyahatlerden, iki ülkede yaşayan Ermeniler ve Türkiye sivil toplumuna dair gözlemlerinden söz ediyor. Medz Bazar Kolektifi’nin şarkı sözlerini yorumluyor ve Ermenilerin diaspora ile başka yerlerdeki geleceğine dair düşüncelerini paylaşıyor. Ermeni toplumunun bir kısmında dile getirilen kimlik ve kültürün yok olmak üzere olduğuna dair karamsar söylemlerle çelişen daha olumlu bir bakış açısını aktarıyor.
REPAIR : Aileniz nereli ?
Vahan Kerovpyan : Babam İstanbullu, anne-babası da öyle, ama baba tarafından büyük büyük dedelerim Küçük Asya’nın dört bir yanından gelmişler. Annem yarı Amerikalı, yarı Ermeni, Amerika’da doğmuş ve anne tarafından dedeleri Suriye’de Kessab’dan gelmişler. Baba tarafından kökenleri daha çok İngiliz, biraz İskoçyalı, biraz Alsace’lı. İyi bir karışım sayılırım.
Ermeni toplumu sosyal yaşamına çok genç yaşta katıldınız…
Paris’te derneklerde yer aldım, özellikle Terre et Culture derneği ve kurulduğu 1990 yılından, yani beş yaşımdan beri bir parçası olduğum Fransız-Ermeni eğitim atölyesi MGNIG’de. Bu atölyeye ilk katılan çocuklardandım ve yetişkinlik çağıma kadar her cumartesimi orada geçirdim. Orada gerçek bir arkadaş çevrem oldu, Ermenice oynayıp, düşünüp, yarattığımız, ortak dilimizle çok şey paylaşarak büyüdüğümüz bir yerdi. Bu bana elbette dil anlamında sağlam temeller verdi, ayrıca en yakın arkadaşlarımı MGNIG’de tanıdım. Daha sonra derneğin yetişkin kısmına geçtim ve dil ve okuma etkinlikleri ile tiyatro, skeç ve müzik atölyeleri yürüttüm.
Türkiye’yle nasıl bir bağınız var ?
2006 ve 2010 yılları arasında çok sık gidiyordum. Mümkün olduğunca sık. Bir aydınlanma oldu benim için.
Neden ?
Öncelikle İstanbul babamın doğduğu yer. Aile üyeleri var orada yaşayan. Sonra orada yakın arkadaşım olan çok sayıda Ermeni’yle tanıştım, onlar aracılığıyla Türkler ve Kürtlerle bir araya geldim. Bu süre boyunca kız kardeşlerim ve ben çok sayıda dostluk kurduk ve İstanbul’da ilerici çevrelerle bir araya geldik. Sonra 2008’de atalarımızın memleketine, doğuya ilk yolculuğumuza çıktık.
Bu yolculuk size ne düşündürdü ?
Başka pek çok kişi gibi beni de hayli sarstı. Nirengi taşlarımı yerinden oynattı, pek çok İstanbullu Ermeni’de olduğu gibi bu taşlar hayli esnek olsalar da. İstanbullu Ermeniler için Türkiye kavramı “düşman ülke”den çok anne ya da babanın doğduğu, iyi anıların ve sadece bir canavar olarak görülmeyen gerçek insanların bulunduğu bir yer olarak var. Bakış açım az çok açıktı ama yine de diasporada öğrendiklerimizle beslenmişti. Bir tedirginliğim vardı ve bu anlamda çok şey de teyit edilmiş oldu.
Biraz açar mısınız ?
Çok belirgin bir nefret var. Devletin aynı konumda olduğu çok açık ve net. Sonra bizim elimizde olmayan bir şeyle karşılaşmanın acısı var. Örneğin yıkıntıları görmek, üzerinde Ermenice yazan bir çeşme ya da Ermenice konuşan bir anneanne görmek. Böyle durumlar her şeyi alt üst ediyor çünkü soyut olan şeyler birden somutlaşıyor. Ve bu birden ortaya çıkan gerçeklikle başlangıçta ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Oraya sık sık gidip gelmemin sebebi buydu.
Yıllar geçtikçe ve her defasında farklı insanlarla seyahat ettikçe bazı şeyleri farklı yaşıyordum. Ama sonunda bir şeyleri somutlaştırabiliyorsunuz. Başlangıçta sadece bir yol bulma çabasıydı, sonra kız kardeşim ve arkadaşlarımla birlikte Hrant Dink vakfı üyeleriyle Habab çeşmelerinin restorasyonuna katıldık. Bu bize somut şeylere dokunma, yani bu gerçekliğe aitmiş gibi hissetme ve sadece elinden bir şey gelmeyen garip tanıklar olmaktan çıkma fırsatını verdi.
Benzer bir duyguyu Medz Bazar Kolektifiyle geçen sene İstanbul’dan başlayan ve Elazığ, Diyarbakır, Mardin ve Dersim’den geçerek Erivan’a ulaşan bir turne yaptığımızda yaşadım. Bu şehirlerin çoğunu önceden görmüştüm. Bir kere daha bu turne bana orada gerçek bir şeyler yapıyormuşum gibi hissettirdi. İnanlarla bağlantıdaydık, yaptıklarımızı paylaşıyorduk. Böyle küçük şeyler bu deneyimi daha somut hale getirdi.
Gitmeden önce Türkiye ile ilgili nasıl bir algınız vardı ?
Öncelikle tehlikeli olması korkusu vardı. Aslında bir Ermeni olarak dikkat edilmezse insan kendini tatsız durumlarda bulabilir, şimdi durum Kürtler için daha kötü. Diasporalı bir Ermeni olarak insanı korkutan kişiler ya da korkuları besleyen durumlar olabiliyor. Bu korku orada tamamen teslim olunmasa da dikkate alınması gereken bir çeşit bilince, uyanmaya dönüşüyor. Türkiye – beni çeken o çok sayıda şeye rağmen- genel olarak hasımlık hissettiğim bir ülke olarak kalmaya devam ediyor. Türkiye ile ilgili haberlerde genelde az sayıda iyi haber vardır. Beni aynı zamanda çeken ve öfkelendiren bir ülke, onu içeriden tanıdığımdan beri daha fazla oluyor bu. Bugün seçim sonuçları ya da benzer haberler arkadaşlarımı ilgilendiren şeyler. Diyarbakır ya da başka yerdeki bombalamalar bizi etkiliyor, çünkü artık bildiğimiz yerler oralar.
Türkiye’deki gündemi takip ediyor musunuz ? Ediyorsanız Türkiye’deki gelişmeleri ve sivil toplumu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Durum gösterilen tüm çabaya karşın iç açıcı değil. Türkiye’de hep çaba gösterenler oldu. Her şeye rağmen rejimde temelden bir değişiklik olmazsa bir demokrasi umuduna sahip olmak zor.
Sivil toplumda gözlemlenen hareketliliğe rağmen mi ?
Bu hareketler, ki bazıları gerçek bir cesaret örneğidir, marjinalleştirilmiş ve bastırılmış durumdalar. Var olmaya devam etmek zorundalar, başka seçenekleri yok ama her türlü riski göze alarak. Bu da herhangi bir değişikliğe yol açmıyor şüphesiz. İnsanlar daha fazla bireysel ve daha az ulusal bilinç kazanacaklar. Daha serbest bir mantaliteye sahip insanların sayısının artacağını düşünüyorum ve umuyorum. İnsanlar her hangi bir dogmaya, ulusalcı ya da İslamcı bağlı kalmadan düşünecekler. Bu dogmalar Türkiye’ye geniş anlamda hakimler, çünkü toplum tamamen bu prensipler üzerine kurulu. Dolayısıyla olumlu olmak zor. Ama karamsar olarak da insan ilerleyemiyor.
İstanbul Ermenilerini nasıl görüyorsunuz ?
Farklı hareketler var içlerinde. Bazıları, Hrant Dink’in izinde siyasi, aktivist ya da kültürel faaliyetleri ile toplum ve iktidar nezdinde göz önündeler. Çoğu ise son derece sessiz ve görünmez. Onları yargılayıp korkaklıkla itham edemeyiz, onları baskı altında tutan bir ülke, bir rejim ve bir toplum. Pek iyi görülmüyoruz yani, ya aktif direniş sergiliyoruz, ya da pasif direnişteyiz, ki bu da işini pek göz önünde olmadan yapmak demek. Siyasi direnişte bulunmayan çoğu Ermeni’nin her şeye rağmen kendi usullerince kültürel direniş sergilediğini düşünüyorum. Ermeni oldukları bilgisini sürdürüyor, kurumları ve ailelerini yaşatıyorlar. Kuşaktan kuşağa aktarılan bir şey var. Bu da bir direniştir. Korksalar da korkmasalar da, sonuçta varlar. Bu ili hareket belki çatışıyor ama aynı zamanda birbirini tamamlıyor da.
Ermenistan’ı ne kadar tanıyorsunuz ?
Ermenistan’ı Terre et Culture derneğinin daha çok kırsal bölgeleri keşfetmemi sağlayan organizasyonlarıyla tanıdım. Bu anlamda sadece Erivan’da kalsaydım tanıyacağımdan daha fazlasını tanıdığıma inanıyorum. Başkenti ve şehir merkezini tanımak Ermenistan’ı tanımak anlamına gelmiyor. Ülkenin geri kalanı hayli farklı.
Ermenistan’a gitmeden önce bu ülkeye nasıl bir bakışınız vardı ?
Benim için çok soyut bir ülkeydi. 90’lı yıllarda babam gitmişti ve çok küçük, oldukça farklı, kültürel ve referans noktası anlamında eşsiz kaynaklarla dolu bir ülke olduğuna ve oraya gitmenin başka bir yere gitmekten farklı olduğuna dair bir fikrim vardı. Fransa’ya gelen Ermenistanlı Ermeniler de nasıl bir yer olduğuna dair bir fikir veriyordu. Sonra, Türkiye’ye dair olduğu gibi Ermenistan’a dair de bir dolu önyargı ediniyorsunuz. Hem olumlu, hem olumsuz önyargılar : orada bulunan her şey otantik bir kültür/onlar çok farklılar, her şey harika/hepsi dolandırıcı, biz kardeşiz/aynı dili konuşmuyoruz gibi… Bir de vatanımız orada olduğuna göre her şeyi başka bir şeye değil, ona bağlamamız gerektiğine dair bir söylem var. Ermenistan hakkında her türlü şey söyleniyor.
Ermenistan Ermenileri ile kendinizi yakın hissediyor musunuz ?
Duruma göre. Evet diyebilirim, bir kültür, bir geçmiş ve umarım bir gelecek paylaşmamız anlamında kardeşlerim olduklarını hissediyorum. Şimdiki zamanı elimizden geldiği kadar paylaşıyoruz. Ermeni olmayanlara kıyasla daha fazla bir aidiyet hissediyorum. Ama bu hem her şeyi ifade eder, hem de hiçbir şey anlamına gelmez. Genel geçer sözler söylersek Ermenistanlı biri ile paylaşacaklarım Halepli ya da Beyrutlu bir Ermeni ile, hatta herhangi bir kökenden Parisli ile paylaşacaklarımdan azdır. Ama bireysel olarak, gerçekte bu durumlar değişebilir. Cevaplaması kolay olmayan bir soru.
“Vatanımız” şarkınızda Ermenistan’a sadece eğlenmeye giden diaspora Ermenilerinden bahsediyorsunuz, neden böyle bir şarkı yaptınız ?
Medz Bazar Kolektifi’nde akordeoncu ve şarkıcı Sevana tarafından yazıldı bu şarkı. Çok dürüstçe bir sözü doğrudan, dolandırmadan söyleyen bir metin. Şarkıda Ermenistan’a sadece yazın gelen ve başka yapacak bir şey yokmuş gibi sonra giden bir kitleden bahsediliyor. Bu duruma insan kendi ya da arkadaşlarının çevresinde tanık olabiliyor. Bu konuda insanları bilinçlendirme isteği var. Elbette diasporada böyle olmayan bir sürü insan var.
Bu “kitleye” ne demek istersiniz ?
Sanırım düşüncelerin sarsılması söz konusu. Rahatsız eden bir konu hakkında fikir beyan ettik. Grubun Ermeni üyeleri adına kendi deneyimimizden de bahsettik. “Biz biliyoruz, siz bilmiyorsunuz, biz doğru olanı yapıyoruz, siz yapmıyorsunuz” demiyoruz. Bir tespitte bulunuyoruz ve düşünmeye, harekete geçmeye çağırıyoruz.
Şarkının sonunda “İsyan, barışçılık, güven kazanma…” diyorsunuz. Ne anlama geliyor bu sözler ?
Ermenistan kadar Ermeni diasporasından da bahseden global bir tespit. Mevcut siyasi hareketlere bağlamadan yerleşmiş bir durağanlığa karşı bir isyan ve eylem fikrinden yana tavır alıyoruz. Savunmaya çalıştığımız bir mantalite bu. Şunu ya da bunu savunmaya, her hangi bir harekete katılmaya bir çağrı değil.
Ariur Ar Ariur şarkısında Ermeni kimliği konusunu ele alıyorsunuz. Bir provokasyon olarak mı, kimsenin açıkça söylemediği bir şeyi ortaya koyma isteği mi ?
Provokasyon evet, ama öylesine değil. Beni, bizi rahatlatmak için bir provokasyon. Sahnede bu şarkıyı her çalışımızda performansımı besleyen bir öfke hissediyorum içimde. Olumlu, mizah dolu bir öfke. İnsanlar bunu duyduklarında onları güldürüyor, bu söylemi tanıyorlar. Diasporada herkes beni güldüren ve canlandırmayı sevdiğim bu karakteri tanıyor. Söylemleri etrafımda duyduklarımdan yola çıkarak oluşturuldu.
Hayli dalga geçen bir şarkı. Canlandırdığım portre eleştirmek istediğim değil, dalga geçmek istediğim biri. Bu konuda bir şarkı yapıp hakkında gülebiliriz. Çünkü şarkıda söylediğim her şey genelde hakkında ağladığımız şeyler : “Ah Ermenice konuşmuyoruz artık, ah Ermeni olmayanlarla evleniyoruz, şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz” vs. Bu söylemle dalga geçebilirsek biraz insanları uyandırabiliriz.
Şarkıda “Ermeni kimliği artık sadece sucuk ve lavaş ekmeğinden ibaret” diyorsunuz. Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz ?
Bu çok yaygın genel bir tespit, bu terimlerle olmasa da genele yayılamayacak bir söz. Sadece sucuk ve lavaş ekmeğinden ibaret olmayan bir sürü Ermeni var ve kendilerine bunlardan başka referans noktalarını çabucak bulabilirler. Tarihimiz yüzünden Ermeni olarak rahat hissetmek çoğu zaman çaba gerektirir, öylesine oluveren bir şey değildir. Bu çabayı yapma imkânı bulunmayınca ya da bu meselenin bilincinde olmayınca kendiliğinden gerçekleşmez. Kaybolan çok kişi var ve bu hep böyleydi. Kişisel olarak etrafımda çok sayıda referans noktası var. Ermeniceye hakim olma şansına sahibim ve bu gelecek nesiller için yapabilmelerini dilediğim bir şey. Benim durumundaki gibi dile hakim olabilmek kültüre bir erişim sağlıyor.
“Milletimizi temsil eden kimse yok artık”. Bu sözlerle ne demek istiyorsunuz ?
Bu millet için savaşan kimse yok artık. Bu toplumda etkin isimlerin genel tavırları bahsettiğimiz tüm sorunları –dili konuşmak, eylemlere, kiliseye gitmek, Ermeni biriyle evlenmek vs.. - doğal ve olumlu bir şekilde çözülebilecekken milli bir görev haline getiriyor. Canlandırdığım karakteri öfkelendiren Ermenileri kurtarmak isteyenlerden duyduklarımız. Ama son tespit şu ki artık çok geç, bizi kurtarılamayacağız. Benim düşündüğümün tersi bu, benim karikatürüm.
“Önceden neydik, şimdi ne haline geldik ?” Bu sözleri biraz açar mısınız ?
Artık sahip çıkamadığımız bir mirasımız var hepimizin. Bunu dedikten sonra kültürünü dolu dolu yaşayan, ona erişebilen ve yaratıcılık gösteren bir sürü insanı göz ardı etmiş oluyoruz. Gitgide daha fazla tüm dünyada–Ortadoğu’da doğmuş olsun ya da olmasın- benim kuşağımdan ve Ermeniceyi iyi konuşan Ermenilerle tanışıyorum. Onlar bence insanların bu kadar endişe ettiği yarının entelektüel elitlerinin geleceğini oluşturacak. Ermeni kültürünü yaşatmakla belki daha az ilgiliyiz, ama bundan o kadar emin miyiz? Hiçbir işe yaramadığını düşündüğüm karamsar bir söylem var. Şarkıda dalga geçtiğim de bu söylem.
Toplumun geleceğine dair pozitif bir söyleminiz var.
Öncelikle bu etrafımda duyduklarıma bir tepki çünkü her şeyin alt üst olacağı doğru olsa bile bunu söylemek bir işe yaramaz. Neden sonlanmaya dair kehanette bulunalım ? Tek sebep olduğu şey cesaretin kırılması, insanları uzaklaştırıyor ve bunu duyan ve aksini düşünmek için yeterince inancı olmayan gençleri denemeden pes ettiriyor. Bu söylemde bir sorumluluk eksikliği var diye düşünüyorum. Bu söylemi çok insan kullanıyor.
Son olarak değişimde, biraz rahatlamakta, güvenmekte ve kendimize “Evet, bir sürü şey kayboluyor ama aynı zamanda ne yapabiliriz” diyebilmekte zorlanıyoruz. Soykırımda kaybolanlar elbette yerine konulamaz. Çok şey kaybolmuş olacak ve bu böyle. Ama hala elimizde olanları küçümsememeliyiz. Gerçekten bakarsak, Ermenilerin ne kadar çok alanda ne kadar dinamik olduklarına bakarsak tutunacak çok şey var.