Ermeni-Türk platformu

Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde

 

Günümüzde Türkiyeli Rumların kimliği

 
 
 

Başka bir bakış


Günümüzde Türkiyeli Rumların kimliği

Céline Pierre Magnani

 

 
Céline Pierre Magnani

2008'den beri İstanbul'da yaşayan Fransız gazeteci ve çevirmen

Sürekli azalan Türkiyeli Rumların nüfusu Cumhuriyet'in başlarında 100 000 kişiden günümüzde bir kaç bin kişiye inmiş durumda. Céline Pierre Magnani bu makalede Rumların "vatanları" olarak gördükleri İstanbul şehriyle kurdukları çok özel bağı inceliyor. Antakyalı Arapça konuşan Ortodoksların gelişiyle kimlik tanımları farklılaşan İstanbullu Rum toplumunun karşılaştığı zorlukları da ele alıyor.

Yunanca « şehir » kelimesi, i Poli (η Πόλη), bizi doğrudan İstanbul’a götürüyor…  Yunanca konuşan Ortodokslar Boğaziçi kıyılarında binlerce yıldır yaşamaktadırlar. Yunan tarihçiliğinde Bizans İmparatorluğu Helen kültürünün en tepe noktası olarak sunulur ve Osmanlı döneminde Rum1 toplumu tarafından üstlenilen devamlılık bu devasa şehrin kozmopolit yüzüne katkıda bulunmaya devam etti. 1923’te Cumhuriyet’in kuruluşu ve Türk ulus devletinin iradesi artık “azınlık” olarak tanınan Rumlar için hukuki bir statü kurulmasına yol açtı.2

Türk vatandaşı ve Grek toplumuna mensup romiosini (ρωμιοσύνη, « İstanbul Grek toplumu ») iki boyutta yaşamını sürdürüyor : referans olarak aldığı kimliksel alan (Yunanistan) ve somut siyasi alanı (Türkiye). Devlet tasarımının klasik çerçevesine sıkışmış zihinler milliyet ve toprağın her zaman çakışmayabileceğini hayal etmekte zorlanıyor. Bu ikili kimlik çerçevesinde Rumların İstanbul şehriyle olan ilişkilerini anlamaya çalışmak gerekiyor.

Resmi olarak Yunanistan Konsolosluğu İstanbul’daki Yunan vatandaşlarının idari işlemleriyle ilgilenir. Ama 1923 Lozan anlaşmasından beri Rum toplumunun statüsünden kaynaklanan güçlükler konsolosluğu düzenli bir şekilde müdahalede bulunmaya yöneltti. Patrikhane gibi, konsolosluk toplumun eksikliğini çektiği temsil kurumunun yerine geçti. Resmi muhatap yokluğunda konsolosluk çoğunlukla bu rolü üstlendi. Siyasi ya da ekonomik destek anlamında toplum bu değerli destekten, konsolosluğun aldığı tutum her zaman fikir birliği yaratmasa da, vazgeçmesi zordu.

Kimliklerinin özgünlüğüyle gurur duyan İstanbullu Rumlar konsolosluğa sadece ihtiyaçları gerektirdiği için bağlılar. Grek milliyetinden olsalar da her şeyden önce politis (πολίτης, “şehrin” sakinleri) idiler. Kullanılan kelime dağarcığının zenginliği bu özelliğe dair farkındalığı ortaya koyuyor. Günlük olarak kullanılan üç terim Fransızcaya “Grec” olarak çevriliyor, Yunancanın kategorileri kültür ve coğrafi köken arasındaki farkı belirtmeyi mümkün kılıyor. Ellinas, (έλληνας) terimi Yunan ulusal toprağında ya da başka yerlerde yaşayan ve kendini Grek kültürüne sahip olarak gören herkes için kullanılan bir terim. Kıbrıslı Rumlar, İstanbul Rumları, Diaspora Rumları… Bu terimlerin doğru çevirisi “Grec” yerine “Helen” olmalıydı, klasik eserlerle yoğrulmuş Fransız tahayyülünde bu kelime antik dönemi çağrıştırmasaydı.

İstanbul : gerçek "vatan"

İstanbul toplumu bağlamında elladitis (ελλαδίτης) teriminin kullanımı yaygın. Bu kelime Yunan ulusal toprağında yaşayanları Rum toplumundan ayırt etmek için kullanılıyor. Romios (ρωμιός) terimi İstanbul Greklerini, yani Rumları tanımlıyor. Rumca olduğu kadar Türkçe’de de kullanılan bu terim “Yunan dilini konuşan Ortodoks Türk vatandaşları”nı içeriyor (terimin kullanımı Osmanlı döneminden geliyor, İmparatorluğun Ortodoks Hristiyanları “Romalılar”la bir tutularak Rum olarak adlandırılmıştı). Rumlar romiosini’nin, İstanbul’da yaşayan hellenizmin kolunun devamını sağlıyorlar. Bu teminolojinin kullanımı zihinlerde net bir ayrıma işaret ediyor.

Yunancaya kimilerinin hakim olmaması ve Rumların tipik aksanı « Helladiklere » karşı bazen bir kompleks yaratabiliyor. Türk dilinin etkisinin görüldüğü bir kelime dağarcığı ve deyimler kullanıyorlar. Toprak kimliği somutlaştırıyor, ona kendini bulması ve gelişmesi için bir çerçeve sağlıyor.Bu iki kavram etkileşim içinde. Türk toplumu Türk milliyetinden bireylerin kimliğini yansıtıyorsa bir Rum  için durum nasıldır ? Grek kimliği soyut kalma riskini taşıyor, oysa günlük hayatın dinamizmi onları canlı bir Türk kimliği geliştirmeye sürüklüyor.  “Memleketin neresi ?” sorusuna cevap hep aynı : i Poli (« Şehir »). Herşey sanki kimliklerininYunan toprağında da Türk toprağında da artık bir yansıması yokmuş gibi yaşanıyor. Grek milliyeti ve Türk vatandaşlığı arasındaki sentez mekanı olarak yalnız İstanbul gerçek “vatan”ları haline geliyor.

Patrikhane, kiliseler, Bizans mirası “Şehrin” manzarasında köklerini ve dolayısıyla varlıklarının meşruiyetini teyid eden mihenk taşları. Kimlik bilinci Antik çağlar mirasından daha çok Bizans mirasının üzerinde yoğunlaşmış gibi görünüyor.

Romiosini’lerin bütünlüğünü korumak için karma (Rum-Türk) evliliklere karşı çekinceler gibi bazı koruma mekanizmaları yürürlüğe konmuş. 1923’te Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar nüfusu fazla olan toplum kendiliğinden “endogamik” refleksler geliştirmişti. Göçlerle birlikte toplum içi evlilikler nadir hale geldi ve her karma evlilik romiosini’nin erozyonu anlamına geliyordu. Bu muhafazakarlık tarihsel devamlılığının kısmen kaynağıydı, kültürü sulandırma korkusuyla çevre toplum tarafından getirilen “yeniliklerin” sıklıkla reddini getiriyordu. Toplumun yüksek yaş ortalaması bu dinamizm eksikliğinin belirtileri arasındadır.

Patrikhane geleneksel olarak bu muhafazakar kutbu canlandırır. Osmanlı İmparatorluğu’nda dini törenlerde Rumcanın kullanımı Patrikhane’yi Grek milliyetinin devamlılığını sağlayan kurum haline getirmişti. Cumhuriyet boyunca Patrikhane Türk kamuoyunda çeşitli şüphelerin nesnesi oldu. Statüsünün net olmadığı doğruydu : Cumhuriyet’in öngördüğü yerel dini kurum değildi ve İstanbul Rum toplumuna karşı bir sorumluluk taşıyarak uluslararası bir mahiyet kazandı. Patrikhane sırasıyla Cumhuriyet için hain, yerel siyasi kurum ya da Batı’nın müttefiki olarak görüldü. Rum toplumu ve Türk hükümeti arasında rayüz görevi gören, Türk-Yunan ilişkilerine müdahil ve dünya din sahnesinde bir aktör olarak üç müdahale seviyesine sahipti.

1991’de Patrik 1. Bartolomeos’un atanması durumu değiştirdi. Açık zihinli olmasıyla tanınan Bartolomeos yaptıklarıyla kuruma yeni bir nefes getirdi. Çağın sorularına (ekoloji, medeniyetler diyalogu…) gösterdiği ilgi ve yönetimi altındaki kurumun faaliyetleri Patrikhanenin imajını iyileştirdi. Konsoloslukla birlikte Patrikhane toplumun idaresinde etkin olmaya devam ediyor.  Tavsiyeler ya da bağışlarla bu konuya katkıda bulunuyor. Toplum nezdindeki dini rolü İstanbul’daki varlığını gerekçelendiriyor. Nüfusun azalması dolayısıyla onun için doğrudan tehdit oluşturuyor. 20. Yüzyıl başında 160 bin kişiden günümüzde Rumlar 2000 kişiye düşmüş durumda. Ortodoks Türk vatandaşları artık var olmazsa İstanbul Patrikhanesi’nin de artık pek varlık sebebi olmaz. Kiliseye düzenli bir şekilde gitmek köklere bağlılığı sağlamlaştırmanın bir yoludur. Pazar günü randevuları artık inanç göstergesi olmaktan daha çok sosyalleşme aracıdır : “kendi aralarında” bulunmalarını, gelişmelerden haberdar olmayı ve toplum bağlarını yeniden kurmayı sağlar.

Yeni kimlik sorgulamaları

Kiliseler için olduğu gibi nüfusun azalması okulların iyi işleyişini de aksatıyor. Okullar romiosini’nin aktarılmasının ana aracı ama endişeleri arttıraran ve toplumun moralini bozan bir şekilde çok sayıda okul kapanıyor. Geçmiş bir altın çağın sembolleri Büyük Millet Okulu (1454), Zapyon (1885) ve Zografyon (1893) açık kalan son okullardan. Az sayıdaki öğrencileri neden merkezi bir okulda toplanmasın ? Bu soru sorulmuyor dahi. Etkinlik ve tasarruftan daha çok toplumun kendine dair imajı bu kurumların yaşatılmasında rol oynuyor.

Okul meselesi başka bir problemi ortaya koyuyor : Antakyalı Arapça konuşan Rumların gelişi yeni kimlik sorgulamalarını beraberinde getiriyor. Türk makamlarının kulandığı Rum kategorisi Ortodoks dininden Türk vatandaşlarını kapsıyor. Oysa 1990’lı yıllardan beri birbirini izleyen göç dalgaları çok sayıda Arapça konuşan Antakyalı Ortodoksu İstanbul’a yerleşmeye sevk etti. Onlar da en azından bürokrasi bazında Rum toplumunda kabul ediliyor ve kanun nezdinde  Rum milliyetinden bireylerle aynı önceliklerden yararlanıyor. Rum olarak toplumun okullarına gidebiliyor ama Rumca bilmedikleri için zorluk çekiyorlar. Küçük yaşta okula giden çocuklar dili hızlıca öğrenebilse de daha büyük olanlar Arapça anadil, empoze edilen Türkçe ve artık yeni eğitim dili olan Rumca arasında ciddi sıkıntılarla karşılaşıyorlar.

Son yıllarda sayıları devamlı olarak arttı ve artık bu öğrenciler sınıflarda mevcudun %50’sine yakın bir oranı temsil ediyor. Öğrencilerin seviyesi meselesi mevcut ama ikincil bir konumda. Tepkiler çeşitli : kesin redden entegrasyon isteğine kadar değişkenlik gösteriyor. Arapça konuşanların nüfus dinamiği Rumların tersine bir gelişim gösteriyor. Mevcutları arttırarak bu nüfusun gelişi eskiden tehdit altında olan okulların açık tutulmasını sağlıyor. Bu dinamiklik uzun vadede güç dengesinin tersine döneceğini öngörmeyi de sağlıyor. Tanımının içeriği değişmek durumundaysa Romiosini’yi yaşatmaya devam etmek gerekir mi ? Türk makamlarının nezdinde Rumlarn çoğu ileride Arapça konuşanlardan oluşacak, oysa helen romiosini kaybolmaya yüz tutacak.

Göçler meselesi bu herkesin birbirini tanıdığı, gözlemlediği ve orijinal romiosini’yesadakatle ölçtüğü küçük dünyada tabu konulara dahil. Rakamlar bazında toplumun durumu yenilenme umuduna az yer bırakıyor. Ama çok aktif birkaç kişilik bu romiosini’nindevamı için mücadele ediyor ve temsiller etkin bir şekilde aktarılıyor gibi görünüyor. Yunanistan’da olduğu gibi Türkiye’de de diğerinin kökeni algılarda temel bir rol oynuyor. Kökenler ikinci, üçüncü kuşağa giderek anlatılır, “şehirden” gelen dededen nasıl gurur duyulduğu anlatılır. Geldiği yerden daha çok diğerinin kültürel atmosferi bizi ilgimizi çeker. Burada ve başka bir yerde romiosini şekle bürünür : yurtdışına yerleşmiş çok sayıda İstanbullu Rum köken toplumla bağlarını sürdürüyor. Ve onlar için romiosini’nin yaşatılması elzem bir oyun, sanki toplumun çocuklarının varlığı köken kültürü nün yaşayan bir referansı olmadan anlamı olmazmış gibi.



1. Türkçe  « Rum » (Yunanca « οι ρωμιοί ») terimi günümüzdeki Türkiye topraklarında yaşayan Rumca konuşan Ortodoks toplumun mensuplarını işaret ediyor. Günlük dilde Kıbrıslı Rumlar için de kullanılıyor. “Ortodoks Rum” idari kategorisi Arapça konuşan Antakya Rumlarını da içeriyor. Lozan antlaşmasından beri (1922-1923) Rum toplumu Yahudi ve Ermeni toplumları gibi resmi “azınlık” statüsüne sahip.

2. Türkiyeli Rum toplumu 1923’ten itibaren düzenli olarak azaldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında 100 000 kişi olarak tahmin edilen Rum toplumu günümüzde İstanbul’da çoğu 60 yaşın üzerinde birkaç bin kişiden ibaret (Patrikhanenin verilerine göre 1500 kişi). 20. Yüzyıl boyunca Yunanistan’a ve Rum diasporasının geleneksel olarak yerleştiği ülkelere (Batı Avrupa ülkeleri, Amerika, Avusturya, Kanada..) göç yaşandı. Kültür tektipleştirilmesi politikalarıyla de facto uyuşmazlık içinde olan « romiosini »(« ηρωμιοσύνη »), iki ulus devlet mantığı arasında kalarak, baskı altında değişim gösterdi. Göç sürecini pek çok tarihsel aşama hızlandırmış gibi görünmektedir : 1942 “varlık vergisi”, 6-7 Eylül 1955 olayları diye adlandırılan Rum azınlığa karşı düzenlenen pogromlar, 1963-64 ve 1974 Kıbrıs krizleri. 

kimliği

E-bülten

E-bültenimize üye olmak için

"Repair" proje ortaklari

 

Twitter

Facebook