Ermeni-Türk platformu

Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde

 

Türkiye'de bugün Ermeni olmak

 
 
  Türkiye'den bakış


Türkiye'de bugün Ermeni olmak

Yetvart Tomasyan

 

 
Yetvart Tomasyan

Aras yayıncılık'ın kurucusu

ARAS Yayınları'nın kurucusu Yetvart Tomasyan'la Türkiyeli Ermeni olma halini, kimliğin tanımlanışında son yıllarda yaşanan değişiklikleri, kimliğin yegane ifade alanı bulduğu "kilise" ve "okul"la ilişkileri, Müslüman Ermenilerin görünürlük kazanmasıyla başlayan tartışmaları ve "hayata 2-0 yenik" başlamayı konuştuk.


REPAIR : Türkiyeli bir Ermeninin kendini tanımlayışı Diaspora ve Ermenistan Ermenilerinden farklı mıdır?

Yetvart Tomasyan : Türkiyeli Ermeniler kendilerini farklı tanımlar, çünkü kendi öz toprakları, dedelerinin, ninelerinin ve onların da dedelerinin ninelerinin toprakları üzerinde yaşıyorlar. Diasporadaki Ermeniler, şu veya bu sebepten dolayı, 19. Yüzyıl'da olsun, 20. Yüzyıl'da olsun, göç etmişlerdir. Bu şekilde, Paris’e gidip, New York’a gidip, hayatlarını o topraklarda idame ettirebilmek için çabalamaktadırlar. Biz kendi toprağımızın üzerindeyiz, böyle bir çabamız yok. Örneğin, çok çarpıcı bir örnek : William Saroyan Fresno'da, ama bir türlü kendisini o topraklara ait hissedemiyor. Bir öyküsünde geçer. Ne zaman ki dayısı ölür ve gömerler, o gün eve gelirler, can yemeğinde der ki “Biz şimdi Amerikalı olduk”. Biz bin yıllardır bu toprağın altına kendi cenazelerimizi gömdük. Bizim kimliğimiz, Türkiye’de yaşayan Ermenilerin kimliğini bu şekilde çerçevelendirebiliriz.

Bu tanımlayışta değişiklikler oldu mu geçtiğimiz yıllarda?

Yok zannetmiyorum. Ama tabii, kendini ifade etme şekli belki de değişti. Bugün kimliğimizi daha belirgin, daha açık ve daha görünür yaşıyoruz. Ne kadar görünür yaşarsanız, o kadar iç huzurunuz olur. Çünkü, öbür türlü kimliğinizi bastırmış oluyorsunuz. Çok zor bir şey.

Tam bu noktada, bastırılmak zorunda kalınan yılların kimlik üzerinde bir tahribatı söz konusu mu?

Kimlik üzerinde bir tahribat söz konusu elbette. Bütün toplum olarak daha yukardan baktığımızda, insanlar bu baskıdan dolayı göç ediyorlar. Hem nicelik hem de nitelik bakımından zarar görüyorsunuz. Göç edenler de gittikleri yerlerde kendi niteliklerini hayata geçiremiyorlar, çünkü hayata tutunmak için canla başla çalışmak zorundalar. Ekmeğini ve barınağını tedarik etmenin telaşı içinde yok olup gidiyorsunuz.

Bu kimliğin, dil ya da din gibi, onu belirleyen farklı bileşenleriyle ilişkisi nasıl?

Zor tabii. Örneğin bir Ermeni'nin bir Türk ile veya bir Türk'ün bir Ermeni ile hayatını birleştirmesi, benim gençliğimde büyük problemdi. Bugün de problem. Ama bugün hiç değilse teklif edebiliyorsunuz, ailenize açabiliyorsunuz. Bu durum Müslüman oluşuyla da ilgili değildi. Benim gençliğimde bir Rum ile evlenmek de kabul görmezdi. Bu kimliği koruma amaçlı yapılan bir şey elbette.

Eriyip gideceği, Ermeni kimliğinin çocuklarda devam etmeyeceği mi düşünülürdü?

Evet. Zaten devlet sizin kimliğinizi koruyasınız, saklayasınız, geliştiresiniz, büyüyüp serpilesiniz diye hiçbir çaba harcamıyor, hiçbir kolaylık sağlamıyor. Kolaylık kelimesi de çirkin aslında, neden kolaylık olsun ki, yapması gerekenleri yapmıyor. Bu sefer, siz size kalıyorsunuz. Siz size kaldığınızda, içe kapanmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor. Sadece kilisenin, bir de okulun kapısı açık kalıyor. Aslında okulun kapısı da açık değil, bir "Türk müdür muavini"nin gözetiminde, hatta bekçiliğinde yaşıyorsunuz. Masasının üzerine "Türk Müdür Muavini" yazan bir tabela koymuş. O vakit, benim masama da "Ermeni Müdür" mü yazmam gerekecek? Ne kadar çirkin!

Kimliği tam da biçimlendiren bu kurumlardır değil mi? Kilise ve okul.

Çaresizlikten ama. Kimliğinizi geliştirmek için kültürel veya sosyal başka bir imkan yok, devlet ve sistem müsade etmiyor. Türkiye'de olmasaydım belki çocuklarımı vaftiz ettirmezdim. Biz çocuklarımızı küçük yaşta vaftiz ettiriyoruz. Daha bebekken, bir yaşına geldiğinde vaftiz ettiriyoruz. Ben neden çocuğum Hıristiyan mı olacak,ateist mi olacak, Budist mi olacak karar vereyim? Bana ne? Neden onu bağlayayım? Ama bu ülkede yaşadığımda, bu ülkenin devlet baskısından, sistemin baskısından, bunlara karşı bir reaksiyon olarak yapıyorum, çünkü o benim kimliğimi görmek, kabul etmek istemiyor. Ben de kimliğimi nerede, hangi şartlarda ifade etmem mümkünse, onları dolu dolu, inanmadığım halde kullanmak istiyorum, kullanıyorum. Burada sadece iki yerde kendinizi ifade edebiliyorsunuz. Bir kilisede, bir de okulda. Bu nedenle, bu iki kapının açık kalması için her türlü çabayı göstermem gerektiğini düşünüyorum, gösteriyorum da.

Toplumun genelinde de böyle bir kaygı görülüyor.

Haliyle, ama tabii müslüman toplumla karşılaştıracak olursak, bizim toplumun bugün kiliseyi daha kültürel, folklorik bir anlamda kullandığını gözlemliyorum.Yani inancından dolayı değil de, kültürel bir değer olarak uygulayıp yaşıyorlar. Mesela gün içinde ya da Pazar günleri kiliselerimize  gidersek çok boş. Ama Paskalya’da gidersek, en şık kıyafetlerini giyinmiş kalabalık bir cemaat görüyoruz. Oysa bu insanlar diğer günlerde kiliseye gitmiyor.

Ermeniler kiliseye, Müslümanlarda olduğu gibi başlarına bir örtü takarak gidiyorlardı eskiden, değil mi ?

Tabii, eskiden annem, kayınvalidem baş örtüsüz gitmiyorlardı. 40 yıl içinde bu tümden değişti. Annem başını açmıştı, ama kayınvalidem, geçen seneye kadar, 80-90 yaşına gelmişti, baş örtüsüz kiliseye girmiyordu.

Bugün gelinen noktada kimliğin şekillenmesinde etkisi olan başka faktörlerden, belki derneklerden ya da gazetelerden bahsedebiliriz.

Günümüzde Ermenice çıkan iki gazete var. Geçmişte ise daha büyük bir zenginlik vardı. Mesela 50'li yıllarda sol görüşlü insanların çıkardıkları, “Nor Or” gazetesi vardı. Orada, bütün sol tandanslı yazarlar, gazeteciler, çizerler hepsi bir şekilde rahatsız edilmişler. Emniyette sorgulanmış, tutuklanmış, hapsedilmişler ve 60'lı yılların ortalarına kadar hepsi bu ülkeyi terk etmişler.  Geriye sadece bir iki kişi kalmış.

Onun dışında kalan gazeteler de, artık sadece, tırnak içinde, “suya tirit” haberleri, yani günlük hayatın sıradan haberlerini vererek hayatlarını idame ettirmişler. Diğer gazetelere saygısızlık anlamında söylemiyorum, durum tespiti anlamında söylüyorum “suya tirit” kelimesini. Yoksa, bugün Ermenicem iyiyse, o gazetelerdeki aynı haberleri tekrar tekrar Ermenice okuma yönündeki kendi iç disiplinime borçluyum. Türkçe gazeteler birebir Ermeniceye çevriliyordu. Fakat o gazetelerde başka bir haber olmuyordu. O kadar, başka bir şey olacaktı 50'li yıllarda, onlar da soruşturmaya tabi tutuldular, ürktüler ve ülkeyi terk ettiler.

"Başka bir şeyin" Aras Yayıncılık ile başladığını biliyoruz.

Evet, bu sefer, 20 yıl önce de, ben Ermeni Dili ve Edebiyatı çalıştım ve öğretmenlik yapmak istedim. Bugün hala varlığını sürdüren Türkiye Ermenileri Öğretmenleri Derneği sol düşüncelerimden dolayı benim okullarda öğretmenlik yapmamam için okul idarelerine baskı yaptı.

Ciddi misiniz?

Evet, ciddiyim efendim. Ben öğretmenlik yapamadım. Klasik filoloji mezunuyum, ama yapamadım. Sonra hayat bir biçimiyle devam ediyor, hayatınızı bir şekilde devam ettireceksiniz. Baba mesleğimdir, babam elmas mıhlayıcısıydı. Ben de o mesleği seçtim, 33-35 yaşımdan sonra. Neyse, bu sefer belirli bir zaman geçti, maddi olanaklar ve geçim derdini hallettikten sonra yayınevini kurduk. Böylece yine başa döndük. Bugün onların yapmadığını, yapamadığını yapmaya, becermeye çalışıyoruz. 20 senede 150 kitap yayınladık. Senede ortalama 7 kitap çıkarmaya çalışıyoruz. Bu az, bu sayıyı 15’e 20’ye çıkarmak için uğraşıyoruz.

O dönem sizi engelleyen, “Aman böyle yapmayın etmeyin” diyenler, bugün Aras okurları arasında mı?

Tabii, hayat öyle. Ona başka bir örnek vereyim edeyim isterseniz. Müzikle ve dansla ilgileniyordum. Tıbrevank Lisesi'nden Mezunlar Derneği'nde geleneksel Anadolu halk danslarını yapıyorduk. Gittim bir piyano aldım. 70'li yıllar, sol söylemin en koyu dert olduğu yıllar. Eleştirildim en yakın arkadaşlarım tarafından. “Bu burjuva aletini niye getirdin ?” diye.

Solcu olsanız suç, burjuva olsanız suç.

Ben de onlara izah etmeye çalıştım. Eğer müzik yapacaksak, bu temel müzik aletidir. Kullanmayabiliriz icraatımızda, ancak müziğimizi bu temel alet üzerinden geliştirmemiz, eğitmemiz gerektiğini anlattım. Kerhen kabul gördüm. Sonra o arkadaşlarım evlendi, ev bark sahibi oldular, çoluk çocuk sahibi oldular, evlerine piyano aldılar, çocuklarına piyano dersleri aldırdılar.

Peki Ermenistan kimliğin neresinde duruyor ? Ermenistan'la ilişkiler ?

Uzun zaman Türkiye’de Ermeniler, hem Türkiye’nin Nato üyesi olması, hem de hani burada insanların “Canı sıkılan Moskova’ya” diye bağırması nedeniyle, Sovyetler Birliği'nin üyesi olan Ermenistan'dan uzak durmak zorundaydı. Sizin en ufak bir şekilde düşüncenizi ifade etmeniz, Türkiye’yi terk etmeniz, Moskova’ya gitmeniz gerektiği anlamına geliyordu.

Gidilemez ve ulaşılamaz bir yerdi.

İki sebepten dolayı : hem Ermeni olmanız, hem söz konusunun Ermenistan olması ve Ermenistan’ın komünist olması nedeniyle. Uzun zaman boyunca, iki tane kötü şey olarak, hem Ermeni hem Komünist olarak Türkiye’deki insanların gözlerine battık. Kaldı ki, Ermenistan da aynı gözlükle bakıyordu size. “Siz orada kaldıysanız, Türklerle beraber yaşıyorsanız, Türkleşmişsinizdir. Eğer iyi bir insan olmuş olsaydınız, bu kötü unsurla beraber yaşayamazdınız. Yaşadığınıza göre muhakkak sizin de bu “kötü” Türklerle bir işbirliğiniz vardır, kan birliğiniz vardır” gözüyle bakılıyordu.

Bir de o var değil mi? “Kan birliği” söylemi var.

Evet, kan birliği meselesi var. Ben bizzat kendi üstümden, akrabalarım, tanıdıklarımla yaşadıklarımı söylüyorum. Böyle olunca ilişkiler yine sadece kilise çerçevesi içindeydi. Sadece kilise erbabı çok nadiren gider gelirlerdi. Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nden bir akrabamı getirmek için 3 sene uğraştım. Şubeye gidiyordunuz, dilekçe veriyordunuz, aylarca tetkik ediliyordu, polis evinize geliyordu, evinizi kontrol ediyordu, gelebilir mi karar veriyordu. Aynı şekilde, evraklar Ermenistan’da aylarca yıllarca, İçişleri Bakanlığı’nın bilmem hangi bölümünde bekliyordu. Yani Ermenistan’a elinizi kolunuzu sallayarak gidemediğiniz gibi, Ermenistan’dan da kolay kolay çıkamıyordunuz. Başlaması ve misafirinizin gelmesi en az 2 sene sürüyordu. Benim için 3 sene sürdü. Küçük oğlum Mihran da yeni doğmuştu, kaç çocuğun var dedi, abuk subuk sorular sordular, Ermenice biliyorlar mı falan diye, hafiften de bir sorgudan geçiyorsunuz. Akrabanızı getirmek için bunların hepsine katlanmanız lazım. Hep eziyet bunlar. Ama yalnız Türkiye için değil, Ermenistan da öyleydi.

Şimdi öyle değil ama değil mi ?

Şimdi elinizi kolunuzu sallayarak, çok daha rahat gidip gelebiliyorsunuz. Oradaki tavır da değişti tabii, buradaki tavır da nispeten değişti. Ama ara sıra efeleniyorlar, “70 bini kovalarız gider” tarzında şeyler söyleniyor. Burada insanlar kaçak yaşıyor. Kumkapı’ya giderseniz, yerliden çok Ermenistanlı Ermeni var. Pazar günü kiliseye giderseniz, bir tane bile İstanbullu Ermeni yok, bütün hepsi Ermenistan’dan buraya çalışmaya gelen Ermeniler, kilisede dua ediyorlar.

Şimdi kaçak Ermenilerin çocukları okullara da kabul ediliyor, ama onlara diploma verilmiyor. Sadece sınıfta ders alıyorlar. Devlet böyle garip bir "hak"da tanıdı onlara.

Son dönemlerde, konferanslarla da gündeme gelen Müslüman Ermenilerin kabulü sorunu var, ondan da biraz bahsedelim mi?

Benim çevrem daha çok Sasunlu, Anadolu'dan gelen Ermeni öğrencilerin öğrenim gördüğü Tıbrevank’ta okudum. Mezun olduktan sonra da Sasunlu, Siirtli, Muşlu ve Bitlisli arkadaşlarla yaşamımı sürdürdüm. Çok erken fark ettim ben onları, dışarıdan birisi olarak içlerine girdiğim için. Örneğin "Teyzem gelecek" diyor, teyzesi geldi, namaz vakti gelince gitti arka odada namaz kıldı. Çok şaşırdım, ama böylece çok erken fark ettim bu olguyu. Çok içe kapanık yaşıyorlar elbette.  Daha sonraları yurtdışından gelen insanlara soruyordum, böyle insanlar var, ne olacak, biz bunları nasıl kabul edeceğiz, bunlar bizim neyimiz diye.

Bugün de aynı sorular devam ediyor değil mi?

Evet, onlar şaşırmış ve tokat yemiş gibi suratıma bakıyorlardı. Ben bilerek soruyordum. Cevap veremiyorlardı. O zaman diyordum ki “Onlar bizim kardeşlerimiz”. Bu sefer kimisi daha çok geriliyordu, kimisi yumuşuyordu. O günden beri pek bir şey değişmedi. Bu sorular yine gündemde. Burada en büyük problem ki, o da aşılmış gibidir bence, Ermeni Kilisesi'nin ulusal bir karakter taşımasıdır. Ekümenik kiliselerde her ulustan, milletten insan var. Ama Ermeniler kilise çerçevesi içinde, kendilerinden başka bir ulusla hiç temas etmemişler. Bir Afrikalı ile, bir Polonyalı ile birlikte ibadet etmemişler. Böyle olunca, Hristiyan da değil, farklı bir mezhepten de değil, başka bir dinden bir insanla barışması, anlaşması, kandaş, candaş olması, bunu kabullenmesi çok zor. Biraz da buradan tetikleniyor. Ama Erivan’daki Başpatrik, her ne kadar kendisini sevmiyor olsam da, bir açıklamada bulundu ve  “Onlar bizim kardeşlerimizdir” dedi. Çok isabetli bir şey söyledi. O cümle nasıl onun ağzından çıktı hâlâ merak ediyorum.

Fakat buradaki Patrikhane böyle bir beyanatta bulunmadı.

Hayır bulunmadı, kaldı ki mevcut patrik genel vekilinin kendi akrabalarının yarısı da Müslüman. Onu da saklamıyor aslında. Bunu sık sık ifade etmek, o insanları rahatlatacaktır.

Müslüman Ermenilerin karşılaştığı sorunlardan biri de kendilerini Ermeni olarak tanımlamak istediklerinde Patrikhane'nin kendilerine “O zaman Hıristiyan olun” demesi. Oysa çoğu için Ermenilik inançla tanımlanmıyor.

Patrikhane için “Hıristiyan olmadan Ermeni olunmaz” gibi bir durum var.  Çünkü Kilise, ulusal bir karakter taşıyor. Diasporada, göç ettikten sonra, biraz evvel dediğimiz gibi, hayatını idame ettirdikten sonra, üçüncü aşamada kiliseyi inşa ediyor. Okul çok sonraları inşa ediliyor. Bu insan için kilise olmazsa olmazdır. Şimdi bu insana nasıl dersin “Bu adam hem Müslüman hem de Ermenidir” diye ?

Gerçi devletimiz her şeyi düşünmüş ve soy kodlayarak, bu soruna bir "çözüm" getirmiş.  Bu işin şakası tabii. "Soy kodumu öğrenmek istiyorum" diye başvuru yapılabiliyor mu ?

Birisi müracaat etti sanıyorum, Ermenilerin kodu sanıyorum 02 imiş. Boyacıköy Kilisesi Mütevelli Heyeti müracaat etti ve dedi ki “Boyacıköy semtinde oturan 02 kodluların listesini verin, ben de seçmen kütüğümü hazırlayayım". Çünkü mensubu olduğun semt kilisesine oy kullanıyorsun, uygulama bu şekilde.

Cevap alabildiler mi peki?

Cevap alamadılar sanıyorum. "Bizde öyle bir bilgi yok" demişler galiba. Ama kilise Ermeniler için çok çok önemli. İnsanlar bir Ermeni'nin dinsiz olabileceğini, Müslüman olabileceğini düşünemiyorlar.

Gerçi bir de Katolik Ermeniler de var.

40-50 sene evvel, benim çocukluğumda, Ortodoks Kilisesine mensup olan Ortodoks Ermenilerin, Katolik Kilisesine mensup olan Katolik Ermenilerle evlenmesi de ayıp sayılırdı. Evlerde, ailenin içinde, Ortodoksların içinde, Katoliklik hakkında hep kaba espriler, fıkralar, Katolik Ermenilere yönelik hakaret içeren, artık şaka ve fıkra olmaktan öteye geçmiş espriler yapılırdı. Zaten öyle bir ortamda büyürsen, bir kız olarak, bir Katolik Ermeni çocuğu ile evlenmeyi teklif bile edemezsin ailene. Ama bugün geldiğimiz noktada,  bu anlamda da çaba harcanıyor. Mütevelli Heyetleri toplantılar yaptığında, Patrikhanede olsun ya da başka ortamlarda olsun, Katolik Ermenilerin Vakıflarını da çağırıyorlar. Artık bugün böyle edepsizlikler kalmadı.

Bir de memleket kimlikleri var. Bölgesel kimlikler. Diaspora’da bunu çok net görüyoruz. Burada da o kadar ağırlığı var mı? Mesela siz "Trakyalıyım" dediniz?

Var, burada da var. Geçen gün Trakyalı bir ahbabımız öldü, mesela baktım ki, eski nesil hep Trakyalı Trakyalı ile, Sivaslı Sivaslı ile evlenmiş, ama şimdi öyle değil. Hepsi birbiri ile evlenip hayatlarını birleştirebiliyor. Ama eskiden, yine bizim evimizden örnek vereyim; Tokatlı, Kayserililer, bizim İstanbullu olduğumuzdan dolayı "Kavaretsi" yani Anadolulu, “köylü” gözüyle bakılıyordu. Küçültücü, aşağılayıcı anlamda kullanılırdı. Bugün için Amerika’da, Kanada’da çok daha sert bu.  Mesela, Tokat’tan gelmiş, Kanadaya göç etmiş bir Ermeni, kızı Mısırlı bir Ermeni ile evlenecek, kabul etmiyor. Olacak iş mi bu ? Hadi kabul etmemesi bir yana, bir de kendini üstün görüyor. “Pis, Arap” demiyor ama, cümlenin sonu oraya gidiyor.

Diğer kimliklerle, Türk, Türkiyeli, Kürt kimlikleri ile iletişimler, etkileşimler nasıl?

Eğer Türkiye’de bu son 30 senedir Kürt realitesi yaşanmasaydı, biz Ermeniler de kendimizi bu kadar daha rahat ifade edemeyecektik.  Konjonktürel olarak, biz de, Kürtlerin yanı sıra, rahat bir nefes alabilme, yayın yapabilme, konuşabilme, düşüncelerimizi ifade edebilme kolaylığını sağladık. O olmasaydı, biz hala, “başımıza vuruk, nefesimiz kesilmiş” olarak yaşıyor olacaktık.

"Türkiyeli" terimi de sanıyorum bu süreçten sonra ortaya çıktı.

Bu doğrudur, bunu inkar edemeyiz, bunu kabul edip, bu doğrunun üzerine geleceğimizi inşa etmemiz gereklidir. Tabii, Kürtlerin de bunu doğru değerlendirmesi lazım. Son zamanlarda, Bese Hozat’ın söyledikleri ve daha önce söylenenler de hiç hoş değil.

Bese Hozat'ın açıklamasının yarattığı sıkıntı çözüldü mü?

Hayır, çözülmedi, Öcalan’dan gelen mektupta herkese göre bir paragraf var. Hangi paragrafı okursanız, ya rahatlarsınız, ya da rahatsız olursunuz. Bütünlüğü yok. Bese’nin söylediğine yanlıştır demiyor, bunu tekrar söylüyor. 1915’in bir soykırım olduğunu, net ve açık bir şekilde ifade ediyor. Ben pek politik analiz yapmayı beceremem ama, sanki orada, hükümete diyor ki, herhalde, "Bir an evvel anlaşalım, şurada 2015'e bir sene kaldı, benim elimde bu koz da var".

Taraf Gazetesi’nde Mücahit Bilici, Kürt ve Ermeni kimliği üzerine bir yazı yazdı. Bilici "Ermeniler belki de, Türkiye’de çayın içinde bir türlü erimeyen bir şeker gibi hissederler kendilerini. Oysa erimek ve toplumun genelinde kabul görmek isterler. Ama toplum onları o kimliğe hapseder. Bunun için de kendilerini çok iyi bir insan olarak bilinmek zorunda hissederler, ancak toplum tarafından o zaman kabul görebilirler" diyor. Böyle bir "iyi olarak bilinmeye mecburiyet" hali mi Türkiyeli Ermenilik ?

Ben size hayatın içinden bir örnek vereyim, Kurtuluş’ta -sokakları dardır, tek arabalıktır- kız kardeşim oturuyor. Bir sokakta ters giren bir araba var, bana "git" diyor, gidiyorum. Ama ters giren o. Anlatabildim mi?

Ama bu sadece size özgü değil galiba. Türkiyeli bir Ermeni olarak o adama “Sen git kardeşim !” demek çok kolay değil sanırım.

Zor tabii, yok, yapılamıyor. Çünkü siz bu ülkede 2.sınıf vatandaşsınız. Hatta vatandaş bile değilsiniz, yabancısınız. Hala "düşmanla işbirliği yapabilecek nitelikte" bir yabancısınız. Yani yabancı olmanız yetmediği gibi, bir de üzerine işbirlikçisiniz. Bu durumda, siz hayata başladığınızda, sabah kalktığınızda, 2-0 yenik başlıyorsunuz. Arabaya oturuyorsunuz, ters yoldan gelen adama yol vermek mecburiyetindesiniz. Bu böyle tabii, benim üzerimden konuşacak olursak, ben öyle yaşıyorum. Acaba diyorum ben mi Polyannacılık oynuyorum?

Bunun içinde biraz “kendi olamamak” var mı, Türkiyeli bir Ermeni kendi olmakta sıkıntı yaşar mı?

Yaşar tabii, akşamları yaşarsınız bu sıkıntıyı. Çünkü günün muhasebesini yaparsınız, sonunda bu sıkıntıyı yaşarsınız. Örneğin, ben de isterdim modern dans yapan oğlum Mihran gibi yaşamayı, benim hamurumda da var. Ama biz başka bir kuşağız, daha çok baskı altına alınmış bir kuşağız. Akşam düşünüyorsun, böyle de olurdu, şöyle de olurdu. Bu durum bu sefer terletiyor sizi. Zora sokuyor. 


kimliği

E-bülten

E-bültenimize üye olmak için

"Repair" proje ortaklari

 

Twitter

Facebook